Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 45

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

“Allahu ekber. Yemen’in anahtarları verildi. Vallahi ben şimdi San’a’nın kapılarını görüyorum.” diye buyurdu.

      İki hafta içinde hendek tamamlandı. Sonra müşriklerin yukarıda anlatılan büyük ordusu geldi. Ebu Süfyan ile Kureyş ve Kinâne askerleri Medine’nin günbatısı tarafından gelip göründüler. Uyeyne İbni Hısn, Haris İbni Avf ile Necid kabileleri de gündoğusu tarafından gelip Uhud Dağı tarafına kondular. Resulullah da İslam askerleri ile şehir dışına çıkıp Sel denen dağa arka verdi ve Müslümanlar düşmana karşı saf olup durdular.

      Müslüman askerleri üç bin kişiydi. Otuz altı atları vardı. Muhacirlerin sancağı Zeyd İbni Harise’nin elinde ve ensarın sancağı Sa’d İbni Ubade’nin elinde idi.

      Müşrikler sürüsü, bir hamlede Müslümanları bitirmek üzere Medine’ye yürüdüler. Halkı korku ve dehşet sardı. Hâlbuki müşrikler, öyle dehşetle saldırıp gelirlerken önlerine hendek çıktığı gibi durakaldılar. Hatırlarına gelmedik böyle acayip bir manzara karşısında şaşırdılar.

      Öteye beriye dolaştılar, geçecek yer aradılar, bulamadılar ve her ne tarafa koştularsa beri taraftan ok ve taş ile savunulduğundan, çaresiz onlar da ok ve taş atışında karar kıldılar.

      Bu sırada Beni Kurayza Yahudilerinin antlaşmayı bozdukları ve Müslümanlar hendeğin korunmasıyla meşgulken onların, geceleyin gelip Medine şehrini basacakları haberi yayıldı.

      Beni Kurayza, Yahudi milletinden büyük bir kabile olup Medine dışındaki bir bölgeye yerleşmişlerdi. Orada sağlam kaleleri vardı. Başları olan Ka’b İbni Esed ile Resul-ü Ekrem arasında evvelce antlaşma yapılmış olduğundan Müslümanlar, o taraftan emin iken antlaşmayı bozdukları haberi endişelenmelerine sebep oldu.

      Beni Kurayza’nın bulunduğu bölgeye bir adam gönderilip, işin içyüzü araştırıldığında, hakikaten Beni Nadir Yahudilerinin başı olan Huyeyy İbni Ahtab’ın gelip Ka’b İbni Esed’i kandırdığı ve Beni Kurayza’ya antlaşmayı bozdurmuş olduğu anlaşıldı.

      Beni Kurayza ise Evs Kabilesi’nin amanı altında bulunduğundan, Sa’d İbni Muaz, Sa’d İbni Ubade, Abdulah İbni Revâha ve Havvat İbni Cübeyr (r.a.), Beni Kurayza kalelerine gittiler. Antlaşmayı bozmanın uğursuzluğunu anlatıp nasihat ettilerse de onlar kulak asmadılar. Üstelik antlaşmayı bozduklarını ilan ettiler ve Resul-ü Ekrem hakkında kötü sözler söylediler.

      Bu davranıştan dolayı Sa’d İbni Muaz’ın çok canı sıkıldı. Hatta “Beni Kurayza ile harp etmedikçe Allah canımı almasın.” diye dua etti.

      Kısacası Sa’d İbni Muaz (r.a.), Yahudilerin nasihat kabul etmemelerinden dolayı fena hâlde üzülerek, arkadaşlarıyla beraber dönüp Hazreti Peygamber’in yanına geldi ve olup biteni olduğu gibi nakletti.

      Resul-ü Ekrem, “Hasbünallahü ve nime’l-vekil.” dedi ve “Müjde size ey Müslümanlar!.. Bu işin sonu hayırdır.” buyurdu. Bununla beraber bütün kadın ve çocuklar şehrin içinde olduklarından, Beni Kurayza’nın antlaşmayı bozmuş olması Müslümanları telaşa düşürdü.

      Resul-ü Ekrem, geceleri Medine şehrini korumak için üç yüz askerle Zeyd İbni Harise’yi ve iki yüz kişiyle Seleme İbni Esleme’yi gönderdi. Kendisi de geri kalan askerlerle sabaha kadar hendek boyunu korudu. Hendeğin bir yeri, istenen şekilde kazılmamış olduğundan, geceleyin düşmanın oradan geçmesi umulduğu için Resul-ü Ekrem orasını kendisi beklerdi.

      Münafıklar sürüsü ise “Eş ve çocuklarımızı yalnız bırakıp da burada sefalet ile beklemek akıl işi değildir.” diyerek birtakım düşüncesiz ve inancı zayıf olanlara yersiz korku ve kuruntu veriyorlardı.

      Bundan dolayı şehir dışında evi olanlardan bazıları, Hazreti Peygamber’in yanına gelip, “Bizim evlerimiz sağlam değildir.” diyerek evlerini sağlamlaştırma, eş ve çocuklarını koruma bahanesiyle savuşup gitmek üzere izin istediler.

      Bu şekilde kuşatma on beş gün kadar sürdü. İslam askerlerine bezginlik geldi. Kıtlık ve sıkıntıları günden güne arttı. Bu yüzden çok canları sıkıldı.

      Münafıklar, bu durumları fırsat bildiler ve “Muhammed bize Kayser ve Kisra’nın hazinelerini vadediyor. Bizler ise bugün hendek içinde hapsolup, bir adım gidemiyoruz.” demeye başladılar.

      Hâlbuki Arap kabileleri, böyle kuşatma işlerine alışık değillerdi. Onların muharebeleri çarpışıp vuruşmak, yenmek ve yenilmek, her ne olursa olsun harbe bir son verip savuşmak idi… Arabistan’da âdet olmayan böyle bir hendeğin etrafında haftalarca dolaşmaktan dışarıdaki düşman da usanıp sıkılmıştı. Üstelik kış mevsimi olduğundan, kendileri üşüyüp titremekte ve hayvanları yiyecek yem bulamayıp ölmeye başlayınca şaşıp kalmışlardı. Kısacası arada hendek bulunduğundan iki ordu birbiriyle çarpışamayıp, sadece karşılıklı ok atmaktaydılar.

      Fakat Amir İbni Lueyy soyundan Amr İbni Abdivedd adlı yaman süvari, Beni Mahzum’dan İkrime İbni Ebu Cehil, Hübeyre İbni Ebu Vehb, Nevfel İbni Abdullah İbni Mugire, Hazreti Ömer’in biraderi olan Dırar İbni’l-Hattab ve Mirdas İbni Muharib adlı süvariler, atlarını zorlayıp hendeğin dar bir mahallinden beri tarafa atladılar.

      Ebu Süfyan ile Halid İbni Velid de onlara arka olmak üzere bir bölük müşrik ile hendek kenarına kadar geldiler fakat hendeği geçemeyip öte tarafta seyirci gibi durdular.

      Amr İbni Abdived arkadaşlarından ayrılarak atını ileri sürüp er diledi. Amr, pek çok hadise görüp geçirmiş, düşmanlarına üstün gelmiş ve yalnız başına nice toplulukları vurup dağıtmış, dengi yok bir yiğit ve silahşorlukta usta bir süvari idi. Bütün Arap kabileleri, onu bir bölük süvariye bedel sayarlardı. Onunla dövüşmek, aslan ile pençeleşmek gibi olup, buna da çok üstün bir cesaret ve cüret gerek idi. Bunun için kimse ona karşı çıkmaya yeltenmedi.

      Resulullah’ın Aslanı Hazreti Ali, “Ona karşı ben çıkarım ey Allah’ın resulü.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Sen otur ey Ali! Gelen Amr’dır!” diye buyurdu. Amr tekrar Müslümanlara meydan okudu ve “İçinizde dövüş meydanına çıkacak er yok mudur? Hani sizin ölülerinize vadettiğiniz cennet nerede?” dedi. Hazreti Ali tekrar çıkmak istedi. Resul-ü Ekrem yine izin vermedi. Amr ise büsbütün şımardı ve “Er meydanına çıkacak kimse yok mu?” diyerek üst perdeden bağırdı. Bunun üzerine Hazreti Ali, “Amr da olsa çıkarım ey Allah’ın resulü!” diyerek yerinden kalkınca, Resul-ü Ekrem kendi zırhını ona giydirdi ve Zülfikâr denen kılıcını onun beline kuşattı ve “Ya Rabbi, amcam Ubeyde Bedir’de ve amcam Hamza Uhud’da şehit oldular. Yanımda bir amcamın oğlu Ali kaldı. Sen onu koru. Beni yalnız bırakma.” diye dua etti.

      Hazreti Ali yaya olarak meydana çıkıp, Amr’a doğru yürüdü, iki ordu seyre başladı. Ali (r.a.), önce Amr’ı Hak dine çağırdı. Amr, kahkaha ile gülerek, “Bu ağızla bir kimsenin karşıma çıkacağı hatırıma gelmezdi. Sen kimsin? Hele söyle bakayım?” diye sordu. O da “Ebu Taliboğlu Ali’yim.” cevabını verdi. Amr, “Senin amcaların içinde meydana çıkacak yaşlı başlı biri yok mu? Ya kardeşimin oğlu! Senin ağzın hâlâ süt kokuyor. Ben senin babanla pek çok zaman kardeş gibi görüşürdüm. Şimdi senin kanını dökmek bana güç geliyor.” dedi.

      Hazreti Ali, “Evet ama ben

Скачать книгу