Gülümseyen Adam. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gülümseyen Adam - Хеннинг Манкелль страница 15
Wallander motoru durdurup arabadan indi. Pis görünümlü bir kedi eski ve paslı bir Peugeot’nun kaputundan Wallander’i izliyordu. Niklasson lastik yığınlarının arkasından çıktı. Koyu renkli bir palto giymiş, uzun saçlarının üzerine kirli bir şapka geçirmişti. Wallander onu hiç başka kılıkta görmemişti.
“Kurt Wallander!” dedi Niklasson sırıtarak. “Nicedir ortalıkta yoktun. Yoksa beni tutuklamaya mı geldin?”
“Sence tutuklamalı mıyım?” dedi Wallander.
Niklasson kahkahayla güldü. “Sadece lafını edebilirsin,” dedi.
“Sende göz atmak istediğim bir araba var,” dedi Wallander. “Avukat Gustaf Torstensson’a ait koyu mavi bir Opel.”
“Ah, evet şu araba… İşte orada,” dedi Niklasson eliyle işaret ederek. “Neden bakmak istiyorsun?”
“Çünkü kaza olduğunda içindeki adam öldü.”
“İnsanlar ahmakça araba kullanıyor,” dedi Niklasson. “Tek şaşırdığım buna rağmen çoğunun hayatta kalması. İşte aradığın araba… Henüz parçalamaya başlamamıştım. Buraya getirdiklerinde ne hâldeyse şimdi de aynı durumda.”
Wallander başını sallayarak onayladı. “Tek başıma halledebilirim.”
“Buna şüphem yok,” dedi Niklasson. “Aklıma gelmişken her zaman nasıl bir his olduğunu merak etmişimdir, yani birisini öldürmenin.”
Wallander’in canı sıkıldı. “Berbat bir his,” dedi. “Sence nasıl olabilir ki?”
Niklasson omuz silkti. “Sadece merak etmiştim.”
Niklasson kendi işini yaparken, Wallander arabanın etrafında iki tur attı. Arabada ancak yüzeysel bir hasar olduğunu görünce şaşırdı. Ne de olsa yol kenarındaki taş setten aşıp en az iki takla atmıştı. Sürücü koltuğuna gözlerini kısarak baktı. Arabanın anahtarları yerde gaz pedalının yanındaydı. Biraz zorlanarak da olsa kapıyı açtı, anahtarı yerden alıp kontağa soktu. Sten tamamen haklıydı. Ne anahtarda ne de kontakta hasar vardı. Kafa yorarak arabanın etrafında bir defa daha gezindi. Sonra arabanın içine zorlukla girip Gustaf Torstensson’un kafasını nereye çarptığını bulmaya çalıştı. İyice aramasına rağmen hiçbir sonuç elde edemedi. Birkaç yerde kurumuş kan olduğunu tahmin ettiği leke olsa da Gustaf Torstensson’un kafasını vurmuş olabileceği bir yer göremedi.
Arabadan zorlanarak çıktı, anahtar hâlâ elindeydi. Nedendir bilmediği bir sebeple bagajı açtı. İçinde birkaç eski gazete ve kırık bir mutfak sandalyesinin parçaları vardı. Tarlada bulduğu sandalye bacağını hatırladı. Gazetelerden birini alıp tarihini kontrol etti. Altı aydan daha eskiydi. Bagajı kapattı.
Birden raporlarda kaydedilmeyen bir şeyi gördüğü kafasına dank etti. Martinson’un raporunda yazanları çok iyi hatırlıyordu. Sürücü kapısı haricindeki tüm kapılar, bagaj da dâhil olmak üzere, kilitliydi.
Hiç kımıldamadan olduğu yerde kaldı.
Kilitli bagajda kırık bir sandalye vardı. Bu sandalyenin bir bacağı ise tarladaki çamurun içine gömülüydü. Adam arabanın içinde ölmüştü.
İlk tepkisi üstünkörü yapılan incelemeye ve derinlikten yoksun sonuçlara varılmasına kızmak oldu. Sonra Sten’in tarladaki sandalye bacağını görmediğini hatırladı, bu nedenle bagajdaki garipliği de fark etmemişti.
Yavaşça yürüyerek arabasına döndü.
Dolayısıyla Sten haklıydı. Babası hayatını bir trafik kazasında kaybetmemişti. Ne olduğunu zihninde canlandıramasa bile o sisli gecede ıssız yolda bir şeyler olduğundan emindi. Orada en azından bir başka kişi daha olmalıydı. Fakat kimdi o?
Niklasson karavanından dışarıya çıktı. “Sana kahve getireyim mi?” dedi.
Wallander kafasını hayır dercesine salladı. “O arabaya dokunma,” dedi Wallander. “Bir daha göz atmak isteyebiliriz.”
“Dikkatli olsan iyi edersin,” dedi Niklasson.
“Neden?” diye sordu Wallander kaşlarını çatarak.
“Neydi adı? Oğlunun? Sten Torstensson muydu? O da buradaydı ve arabaya bakmıştı. Şimdi o da öldü. Hepsi bu. Daha fazla bir şey diyemem.”
Wallander’in aklına bir fikir geldi. “Başka birisi buraya gelip arabayı inceledi mi?” diye sordu.
Niklasson başını iki yana salladı. “Başka gelen olmadı.”
Wallander arabasıyla Ystad’a döndü. Yorgun hissediyordu. Keşfettiği şeyin önemini çözemiyordu. Fakat sonuç olarak Sten’in haklı olduğu şüphesizdi. Trafik kazası tamamen başka bir şeyin kılıfıydı.
Björk toplantı odasının kapısını kapattığında saat dördü yedi geçiyordu. Wallander ânında içerideki havanın isteksiz ve ilgisiz olduğunu hissetti. Arkadaşlarının hiçbirinin soruşturmayı etkileyebilecek kesin, hiç olmadı dikkat çekici bir bilgi veremeyeceklerini tahmin edebiliyordu. Bu, bir polisin günlük hayatından kaçınılmaz olarak çıkarmak isteyeceği anlardan biriydi. Buna rağmen, hiçbir şeyin gerçekleşmediği, herkesin yorulduğu, hatta birbirine muhalif olduğu bu zamanlar, soruşturmayı inşa ederken izlenecek yolun başlangıcını oluşturuyordu. Soruşturmaya devam etmeyi teşvik etmek için birbirimize hiçbir şey bilmediğimizi söyleyebilmeliyiz, diye düşündü.
O sırada kararını verdi. Verdiği kararın görevine geri dönmesine bir mazeret bulma teşebbüsü olup olmadığından asla emin olamazdı. Fakat içerideki atmosfer, soruşturmaya dört elle sarılması için ona ilham vermişti; bu gönülsüz havaya karşı, sessizce ortadan kaybolmasının en doğrusu olduğunu bilmesi gereken işe yaramaz bir enkaz değil de hâlâ bir polis memuru olduğunu gösterebilirdi.
Wallander’in düşünceleri Björk’ün ona doğru umutla bakmasıyla bölündü. Wallander zar zor fark edilen bir şekilde başını iki yana salladı. Henüz söyleyecek bir şeyi yoktu.
“Elimizde ne var?” dedi Björk. “Ne durumdayız?”
“Hâlâ kapıları aşındırıyorum,” dedi Svedberg. “Çevredeki bütün binalara ve her daireye uğradım. Fakat kimse olağan dışı bir şey duymamış ve görmemiş. İşin tuhafı halktan gelen basit bir ihbar bile olmadı. Bütün soruşturma belirsizlik içinde görünüyor.”
Björk, Martinson’a döndü.
“Ben de adamın Regements Caddesi’ndeki dairesindeydim,” dedi Martinson. “Ne aradığımdan bu kadar emin olmadığım bir soruşturma yürüttüğümü hiç sanmıyorum. Kesin olarak söyleyebileceğim şey Sten Torstensson’un kaliteli konyak sevdiği ve çok kıymetli olduğundan kuşkulandığım antika kitaplar topladığı. Ayrıca Linköping’deki teknik ekibe adamın vücudundan