Ve Çeliğe Su Verildi. Николай Островский

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ve Çeliğe Su Verildi - Николай Островский страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ve Çeliğe Su Verildi - Николай Островский

Скачать книгу

yağmurlarıyla birlikte yadırgatıcı bir değişiklik de yaşandı. Uğuldayan bir kalabalık taştı gardan. Yepyeni insanlardı bunlar, cephe insanları… İsimleri Bolşevik’ti. Bu sağlam, güven verici ismi nereden aldıklarını hiç kimse bilmiyordu.

      Muhafızların işi gittikçe biraz daha güçleşiyor, gittikçe biraz daha sıklaşan yaylım ateşleriyle parçalanıp dağılıyordu garın camları. Kaçaklar siperleri büyük topluluklar hâlinde terk ediyorlardı. Engel olmaya kalkıldığı vakit de süngüye sarılıyorlardı canlarını korumak için.

      Aralık ayı girer girmez alaylar hâlinde bir akın başladı. Muhafızlar garı işgal etti bunun üzerine. Bu önünde durulmaz kalabalığı, baraj kurup durdurabileceklerini sanıyorlardı. Mitralyöz ateşiyle karşılandı gelenler, ama boşuna, ölüme alışmışlardı ve muhafızlar yenildi. Frontovikler7 şehre kadar sürdü onları, sonra da gara dönüp ileri doğru yürüyüşlerine devam ettiler.

      1918 ilkbaharı… Serejkalarda kâğıt oyunu oynayıp vakit geçirdikten sonra sokağa çıkan üç arkadaş o gün Korçagin’in bahçesine uğramak üzere her günkü yollarını değiştirmişlerdi. Otların üzerine uzandılar. Canları sıkılıyordu. Günlerini en iyi şekilde nasıl geçirebileceklerini düşünürken, yolun ilerisinden nal sesleri işitildi ve bir atlı gözüktü çok geçmeden. Şoseyi çitten ayıran hendeği bir sıçrayışta aşarak, nagaykasıyla8 Pavka ve Klimka’ya işaret etti: “Çabuk buraya gelin çocuklar! Çabuk!”

      Çite koştular. Uzun bir yolculuğun tozuna gömülmüştü süvari. Arkaya itili kasketini kaim bir tabaka hâlinde kaplayan tozlar, asker elbiselerinin kıvrımlarına da sızmıştı. Sağlam bel kayışında kocaman bir tabanca gözüküyor ve iki el bombası sarkıyordu.

      “Aslanlarım, su getirin bana!”

      Pavka dörtnala koşarken süvari de kendisini korkusuzca inceleyen Serejka’ya sordu: “Söyle bakalım delikanlı, kimin elinde şehriniz?”

      Haber vermeye bayılan Serejka soluk soluğa anlatmaya koyuldu: “Hiç kimsenin. Aşağı yukarı on beş gündür iktidarımız yok. Kendi iktidarımızı kurduk, kendi kendimizi savunuyoruz. Geceleri, küçük ekipler hâlinde biz nöbet tutuyoruz artık. Peki ya siz… Siz hangi partidensiniz?”

      “Her şeyi bir anda öğrenmek istersen çabuk ihtiyarlarsın.” diye gülümsedi süvari ve Pavka’nın yetiştirdiği küçük testiyi bir dikişte boşaltarak, dizginlerini çekip atını şaha kaldırdı ve şehrin hemen ilerisindeki çam ormanına doğru dörtnala uzaklaştı.

      “Kim olabilir acaba?” diye sordu Pavka.

      Klimka omuz silkti. “Ne bileyim ben…”

      Bu siyasi soruyu derhâl cevaplandırmak Serejka’ya düşecekti: “Öyle sanıyorum ki iktidar değiştireceğiz gene. Lehtinskiler neden dün gece toptan terk ettiler şehri? İşte bu yüzden. Zengin takımı tabanları yağladı mı aldanmayacaksın arkadaş! Partizanların gelmesi yakın demektir.”

      Fikir o kadar inandırıcıydı ki Pavka’yla Klimka tereddütsüz kabul ettiler. Hâlâ oturmuş bu olayı konuşuyorlardı ki bir nal sesinin uğultusu kapladı ortalığı ve çocuklar gene çit tarafına koştular. Küçük korudan, orman bekçisinin evinin ardından dolanarak, adamlar ve yük arabaları geliyordu. On beş kadar süvari vardı önlerinde. Tüfeklerini eyerlerin üzerine enlemesine koymuşlardı. En başta, birisi oldukça yaşlı olmak üzere iki adam görünüyordu. İkincisi, üç arkadaşın biraz önce tanıdığı gözcüydü. Yaşlısı bir yağmurluk giymişti, kuşak yerine de kayış takmıştı. Asker ceketinin üzerinde kızıl bir şerit göze çarpıyordu ve bir dürbün süslemekteydi göğsünü.

      Serejka bir zafer kazanmış gibi dirsekledi Pavka’yı. “Ne demiştim ben demin size? Kızıl şeridi görüyorsun değil mi? Partizanlar işte! Aldanıyorsam iki gözüm aksın, bal gibi partizan bunlar!”

      Anlaşılmaz bir sevinç çığlığı, yani bir kazak çığlığı atarak çiti aştı ve göz açıp kapayıncaya kadar sokağa ulaştı. Arkadaşları da hemen arkasından yetişmişlerdi. Üçü bir arada, yolun kıyısında durup gelenleri seyretmeye koyuldular. Süvariler yaklaşıyordu. Onları tanıyan gözcü, bir baş hareketiyle bunu belirttikten sonra kamçısını Lehtinski’nin konağına doğru uzatıp sordu: “Kimin bu ev?”

      “Avukat Lehtinski’nin.” diye cevap verdi Pavka, yetişebilmek için atın yanında seğirterek, “Çoluk çocuğunu toplayıp kaçtı dün akşam. Sizden ürkmüş olmalı.”

      İki atlıdan yaşlı olanı gülümsedi: “Nereden biliyorsun kim olduğumuzu bizim?”

      Kızıl kokarda baktı Pavka. “Ya bu ne peki?” dedi, “Kör müyüm ben!”

      Şehir sakinleri sokağı doldurmuş, askerleri merak içinde seyrediyorlardı. Üç arkadaş da kaldırımın kenarında, kalabalığın itiş kakışına aldırış etmeksizin kızıl muhafızlara bakmaktaydılar. Toz içinde kalmış olan askerlerin yüzünde bir bıkkınlık okunuyordu. Birliğin elindeki tek top bir gök gürültüsü içinde uzaklaşıp mitralyöz arabaları da geçtikten sonra üç kafadar gene de onları izlemekten caymadılar. Nihayet şehrin merkezine ulaşan birlik konaklamaya karar verince evlerine döndüler.

***

      Akşamleyin, kızılların kurmayı tarafından karargâh olarak seçilmiş bulunan Lehtinski’nin konağının büyük salonunda, güzel, oymalı bir ahşap masanın etrafında dört adam oturmuştu. Bunlar, askerî şûranın üç üyesiyle birliğin kumandanı Bulgakof yoldaştı.

      Bulgakof, masanın üzerine yayılı bir bölge haritasında parmağını gezdirerek bazı hatları tırnağıyla çizip işaretliyor, bir yandan da karşısında oturan kocaman dişli, iri çeneli kişiyle konuşuyordu: “Ermaçenko yoldaş, demek sence hemen burada savaşa tutuşmamız lazım? Oysa ben yarın sabah da geri çekilmeye devam edelim diyorum. Hatta geceleyin yola çıkabilsek daha da iyi olurdu ama çocukların adım atacak hâli yok. Bu durumda yapılması gereken, Almanlar oraya ulaşmadan önce Kazatin’i tutmaktır. Elimizdeki kuvvetle direnmeye kalkmak gülünç bir iddia olur. Topu topu bir topla otuz mermi, iki yüz süngüyle altmış kılıç var elimizde… Karşımızdakilerin çok daha üstün olduğunu kendin söyledin. Gerçekten de önünde durulmaz bir biçimde, çığ gibi ilerliyor Almanlar. Hiç şüphesiz ki savaşacağız ama tıpkı bizim gibi geriye çekilmekte olan kızıl birliklere ulaştıktan sonra savaşalım diyorum. Bir de şu nokta var yoldaşlar. Bizim tek düşmanımız Almanlar değil, yolumuz üzerinde kol gezen karşı-devrimci haydutları da unutmayalım. Fikrim şu: Sabahleyin şafakla birlikte garın arkasındaki küçük köprüyü havaya uçurduktan sonra şehri terk etmek. O köprünün tamiri, Almanların iki gününü rahat alır. Böylece onların ilerleyişini biraz da olsa geciktirebiliriz. Ne dersiniz yoldaşlar? Karara varalım.”

      Yanında oturan Strujkof, belli belirsiz geviş getirerek, bir haritaya, bir kumandana baktı ve güçlükle konuştu: “B… Be… Ben… Bu… Bu… Bulgakof’un fikrindeyim.”

      Hazır bulunanların en genci ve bir işçi gömleği giymiş olan kişi de aynı görüşteydi: “Bence de Bulgakof haklı yoldaşlar.”

      Tek başına kalan Ermaçenko -gündüz Pavka ve arkadaşlarıyla tanışmış olan süvariydi

Скачать книгу


<p>7</p>

Frontovik: 1917’de cepheden kaçan Rus askerleri. Bunların, kısmen moral bozukluğundan, kısmen de “devrimci başkaldırı” söylemine uyarak kitle hâlinde kaçışları, kısa süre sonra emperyalist harbe karşı bir mücadele anlamını kazanacaktır.

<p>8</p>

Nagayka: Kazak kırbacı.