Ve Çeliğe Su Verildi. Николай Островский
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ve Çeliğe Su Verildi - Николай Островский страница 8
Pavka biraz ürkerdi Galoçka’dan. İğneli konuşmaktan hoşlanırdı çünkü alçak, başarırdı da… İşte şimdi de hemen oğlanın yanı başına oturup yerleşmişti oracıkta, aynı kalasın üzerinde. Ve birdenbire sarılıp kollarının arasında sıktı Pavka’yı, sonra da bir kahkaha atarak, “Bana bak değerli çalgıcı!” dedi. “Böyle çocuk denecek kadar genç olman, benim için ne büyük bir şanssızlık, bilir misin! Harika bir koca olurdun yoksa bana, çünkü seviyorum seni. Tanrı aşkına, akordeonculara hiç dayanamam! Büyülenirim âdeta, yüreğim parçalanır, elimde değil…”
Yüzünün kıpkırmızı kesildiğini hissetti Pavka. Neyse ki gecenin karanlığında hiç kimse farkına varamayacaktı bunun. Sıyrılıp kurtulmak istedi kızdan ama Galoçka onu sımsıkı sarmış, bırakmıyordu.
“Kaçma sevgilim benden!” diye haykırdı gülerek, “Ne biçim nişanlısın aptal!”
Pavka telaşlanmıştı birden. Galoçka’nın iri memelerini hissediyordu omzunda ve içi fokurduyor gibi oluyordu. Etraflarından yükselen kahkahalar, sokağı alışılmadık bir çınlamaya boğmaktaydı.
Acemice bir hareketle kurtulmaya çalıştı Pavka. “Öteye git biraz.” dedi, “Rahatsız ettiğini görmüyor musun beni, çalmama engel oluyorsun üstelik!”
Yeniden yükselen gülüşmelere şakalar da karışıyordu.
Marusyal, “Hüzünlü bir şey çalsana bize Pavka.” dedi, “Hani o iç paralayıcı nağmeler vardır ya, işte onlardan.”
Yavaşça gevşeyip genişledi akordeonun körüğü. Pavka arayıp buldu notaları birer birer ve Ukraynalı yüreklerde yer etmiş, o herkesin ezbere bildiği melodilerden biri başladı. İlkin Galina yakaladı nağmeyi, sonra da Marusya katıldı türküye ve bütün gençlerin dudaklarından fışkıran ezgi tatlı bir rüzgâr gibi dalgalanıp uçtu ormana doğru…
Artem’in sesi yükseldi birden: “Pavka!”
Pavka derhâl akordeonu katlayıp kayışlarını çıkardı. Marusya yalvarmaya başlamıştı: “Hemen gitme ne olur, bir parça kalabilirsin pekâlâ!”
“Yarın görüşürüz.” dedi Pavka, “Ağabeyim çağırıyor.”
Sokağı koşarak geçip hızla eve daldı. Masanın etrafında Artem, arkadaşı Roman ve bir de Pavka’nın hiç görmediği bir yabancı vardı. Nasırlı elini Pavka’ya uzattı yabancı ve Artem sordu: “Sizin santraldeki montör hastalandı diyordun, değil mi Pavka? Yarın birini almak isterler mi? Kabul edecek olurlarsa hemen eve gelip bana haber ver.”
“Rahatsız olmasına lüzum yok.” diye söze karıştı yabancı, “Kendim bizzat giderim daha iyi, patronla yüz yüze konuşmuş olurum. Yalnız Pavka bana yolu göstersin yeter.”
Pavka meseleyi kavramıştı, açıklama yaptı: “Bir montöre ihtiyaç var, evet. Stankoviç hastalığından ötürü gelemediği için bütün gün çalışmadı santral. Tifo olmuş. Patron iki kere kendisi denedi, olmadı. Bir başkasını da bulmak istediler ama bulamadılar. Elinde bir tek ateşçi vardı, işte bunun için de makinaları çalıştırmaya cesaret edemedi bir türlü.”
“Bu iş oldu demektir!” diye atıldı yabancı, “Yarın geçerken alırım seni.”
Gri ve sakin bakışlı gözleri takılmıştı Pavka’nın gözlerine. Bu güvenli ve keskin bakış karşısında bir tedirginlik duydu Pavka. Adamın sırtındaki, yukarıdan aşağıya ilikli, renksiz ceket, omuzlarına dar geldiği hemen belli olacak kadar gergindi. Adaleli, kalın bir boynu ve çam yarmasını andıran sağlam bir gövdesi vardı. Yabancıyla tokalaşırken, “Güle güle Çukray.” dedi Artem, “Yarın bekliyoruz.”
Almanlar, kızıl birliğin ayrılışından üç gün sonra girdi kasabaya. Önce bir lokomotif düdüğü işitildi, sonra da haber fırtına gibi sardı ortalığı bir anda: “Almanlar geldi!”
Çiğnenmiş bir karınca yuvası gibi kaynaşıyordu Şepetovko. Almanların er geç geleceğini herkes biliyor ve bekliyordu ama gene de inanılmaz bir olaydı bu. İşte şimdi Almanlar korku verici birer masal insanı olmaktan çıkıp vücut bulmuşlardı. Artık oralarda bir yerlerde değil, burada, karşılarındaydılar.
Kasaba sakinleri sokağa çıkmayı göze alamayarak, yol boyunca çitlerin arkasına sıralanıp çivilenmiş bir şekilde seyretmekteydiler.
Birbirinin ardı sıra ve teker teker ilerliyordu Almanlar. Yolun ortasını boş bırakıp duvarların kenarından yürüyorlardı. Koyu yeşil üniforma vardı üzerlerinde. Tüfeklerini ellerinde tutuyorlardı ve parmakları tetikteydi hep. Geniş süngüler sarkıyordu tüfeklerinden. Başlarındaki çelik miğferlerin ve omuzlarına asılı kocaman sefer çantalarının ağırlığı altında neredeyse iki büklüm olmuşlardı ve ardı arkası kesilmez bir şerit hâlinde gardan kasabaya doğru ilerlemekteydiler. En küçük bir direnci derhâl boğmaya hazır oluşlarından belliydi ürktükleri. Oysa hiç kimse direnecek durumda değildi.
Mavzerlerle donanmış iki subay yürüyordu en önde. Yolun ortasından da başında papaka10 dediğimiz mavi bir Ukrayna jupan’ı taşıyan starşina11 yani tercüman ilerliyordu.
Askerler şehrin meydanına dört köşe bir topluluk hâlinde yığıldılar. Trampet sesleri kapladı ortalığı ve biraz güvene kavuşmuş olan kasabalılar yavaş yavaş meydana toplandı. Eczanenin peronuna çıkan ataman12 yüksek sesle ve tane tane, Binbaşı Korf’un emirnamesini okudu. Emirname şöyleydi:
1. Bu şehrin bütün sakinlerine, elleri altında bulunan bütün silahları, en geç yirmi dört saatlik bir mühlet zarfında teslim etmelerini emrediyorum. Emre uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacaktır.
2. Şehirde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Akşam sekizden sonra sokağa çıkmak kesinlikle yasaktır.
Alman kurmayı, kendilerine barınak olarak, ihtilalden beri İşçi Delegeleri Komitesi tarafından işgal edilen belediye binasını seçmişti. Girişindeki nöbetçinin başında çelik miğfer yerine, imparatorluk kartalıyla süslü bir tören şapkası vardı. Hemen yanındaki avluya, kasaba sakinleri tarafından getirilen silahları yerleştirmek üzere bir depo hazırlanmıştı. Ölüm cezasını işitince ödü kopan ahali, elindeki bütün silahları teslim ediyordu.
Depoya gidip de kendilerini göstermekten ürken bazı kasabalılar, gecenin karanlığından faydalanıp, evlerinde silah namına ne varsa sokaklara boşaltmışlardı. Bunlar, sabahleyin kol gezen Alman askerleri tarafından bir bir kaldırılıp toplandı. Öğle vakti ganimetlerinin sayımına girişen Prusyalılar, on dört bin tüfek teslim edilmiş olduğunu gördüler. Verilmeyen altı bin
10
Papaka: Kazakların yün başlığı.
11
Starşina: Köy topluluğunun reisi, bir çeşit muhtar.
12
Ataman ya da hetman: Kazak reisi.