Ve Çeliğe Su Verildi. Николай Островский
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ve Çeliğe Su Verildi - Николай Островский страница 7
Ermaçenko masaya yaklaşmıştı. “Denizci Çukray bu iş için biçilmiş kaftan.” dedi, “Bir kere buranın yerlisi. İkinci olarak da tesviyeci ve montördür. Santralde rahatlıkla bir iş bulabilir kendine. Üstelik de Fedor’un bizlerden olduğunu kimse bilmiyor çünkü onu görmediler. Zaten kendisi ancak bu gece gelmiş olacak. Kafası işleyen bir çocuktur, göreceksiniz, durumu hemen düzenleyecektir. Bence ondan iyisini bulamayız.”
Bulgakof bir baş hareketiyle tasdik etti: “Bence tamam. Bir itirazınız var mı yoldaşlar? Yok!.. Öyleyse bu iş halloldu demektir. Buradaki çalışmaları Çukray düzenleyecektir. Kendisine gerekli şeyleri bırakacağız. Şimdi gündemdeki üçüncü ve son meseleye gelelim. Şehir deposundaki silahlar ne olacak? Koca bir tüfek stoku var depoda. Çar savaşlarından kalma aşağı yukarı yirmi bin kadar parça var. Bir çiftçinin hangarına yığmışlar, sonra da unutmuşlar, kimse bilmiyor. Hangarın sahibi haberdar etti beni, kurtulmak istiyormuş. Tabii Almanlara hediye edecek değiliz bu silahları. Bence yakalım. Hem de derhâl ateşe verelim ki şafak sökünceye kadar bitmiş olsun bu iş. Yalnız dikkatli olmalıyız, çünkü tehlike var. Silahların yığılı bulunduğu baraka, şehrin kenarındaki fakir mahallenin tam göbeğinde. Yangının etrafa sıçrama tehlikesi var.”
Strujkof’un uzun zamandır tıraş görmemiş ve bir kirpiyi andıran yüzü birdenbire dalgalandı: “Ne… Neden ya… Ya… Yakacakmışız sanki? Be… Be… Bence a… a… a… ha… ha… liye dağıtmak da… da… da… ha iyi.”
Bulgakof aniden ona dönmüştü. “Yani silahları ahaliye dağıtalım diyorsun?”
Sevinçle haykırdı Ermaçenko: “Bu doğru işte, çok doğru! İşçilere, ahaliye, herkese vermeliyiz silahları, isteyen alsın! Harika bir fikir diye buna derler! Almanlar kendilerini sıkıştırmaya kalkıştığı takdirde onları okşamaya yetecek kadar silah bulunmalı ahalinin elinde. Hiç şüpheniz olmasın ki Almanlar ahaliyi sıkıştıracaktır. Bardak taştığında da silahlar zuladan çıkar. Harika bir fikir bu Strujkof! Silah dağıtımı!.. Hatta bir kısmını da köye götürüp vermeli. Mujikler öteden beri bayılır bu güzel oyuncaklara. Almanlar hasada el koymaya gelince şenliği görün siz artık, hem de ne şenlik!”
Bulgakof kendini tutamayıp gülmüştü ama hemen ciddileşti: “Acele etme bakalım.” dedi, “Bir kere Almanlar gelir gelmez silahları teslim etme emri vereceklerdir. Ahali bundan korkar.”
“Belli olmaz.” diye itiraz etti Ermaçenko, “Hiç belli olmaz! Herkes de silahını teslim edecek değil ya! Kimisi verir kimisi saklar.”
Kumandan, soran gözlerle baktı ötekilere. Genç işçi, Ermaçenko ile Strujkof’un imdadına yetişmekte gecikmeyecekti: “Tereddüde mahal yok, derhâl dağıtalım.”
“Peki öyleyse.” dedi Bulgakof. Yalnız kalınca da Lehtinskilerin yatak odasına doğru yürüdü ve geniş yatağın üzerine kaputunu serip yerleşti.
Ertesi sabah Pavka, bir yıldır ateşçi çırağı olarak çalıştığı elektirik santralini terk ediyordu. Şehre hâkim olan alışılmadık canlılık hemen dikkatini çekti. Bir, iki ve hatta bazen üç tüfek sırtlamış insanlarla doluydu sokaklar. Hiçbir şey anlamadı Pavka. Yavaş yavaş kendine de bulaşan bu hareketliliğin sebeplerini düşünmeksizin hızlandı. Lehtinski’nin konağının orada bir gün önceki dostları, kızıl süvariler atlarına binmekteydiler.
Rüzgâr gibi daldı eve, elindekileri bir köşeye fırlattıktan sonra fırlayıp Serejka Bruzjaklarda aldı soluğu. Serejka’nın babası çarkçı yardımcısıydı ve şehrin öteki ucunda, babadan kalma, küçük bir evde oturuyorlardı. Serejka evde yoktu. İri yarı, kumral bir kadın olan annesi karşıladı Pavka’yı ve hemen dert yanmaya koyuldu: “Tanrı bilir nereye gittiğini alçağın! Gün doğmadan sıvışmış. Sanki şeytan dürtüyor, tövbe!.. ‘Silah dağıtıyorlar.’ dedi. Nerede dağıtıyorlar bilmem ama bizimki muhakkak oralarda dolanmaktadır. Bir güzel sopa lazım size, cennetten çıkma bir güzel dayak… Ele avuca sığmaz oldunuz çünkü. Bir karış boyunuza bakmadan silahlı, kavgalı işlere sokmaya başladınız burnunuzu. Söyle ona, eve eğer bir tek fişek getirecek olursa kafasını koparırım alimallah! Her türlü pisliği toplayıp getirecek başıma, sonra da hesabını benden soracaklar. Dur, sen bari koşturma, silah milah almaya kalkma sakın! Dur alçak, lafımı dinle!”
Çoktan uzaklaşmıştı Pavka. İki omzunda birer tüfekle ilerleyen bir adam gördü yolda ve hemen yaklaştı, “Nereden aldın bunları diyadya?”9
“Yukarıdan, Verkovina’dan. Herkese veriyorlar.”
Pavka gerisini dinlemeden fırladı. İkinci sokağı geçmişti ki süngüsü takılı bir piyade tüfeğinin ağırlığı altında iki büklüm ilerlemeye çalışan küçük bir oğlana tosladı.
“Nereden aldın bunu?”
“Birlikten dağıtıyorlar, okulun karşısında. Ama bir tane olsun kalmadı, hepsi bitti. Bütün gece sürdü dağıtım. Git bak inanmazsan, bütün sandıklar bomboş.” Sonra da ekledi gururla: “Bu benim aldığım ikinci tüfek.”
Haber perişan etmişti Pavka’yı. “Kör şeytan! Evde sürünmek yerine oraya gitmek varmış. Vaktinde açamadım ki gözümü!” diye söylendi kendi kendine. Sonra birdenbire parıldadı gözleri, hızla geriye dönüp üç sıçrayışta oğlana yetişti, çekip aldı tüfeği elinden ve itiraz kabul etmez bir tonla, “Sendeki bir tane sana yeter.” dedi, “Bu benimdir.”
Gündüz gözüyle uğradığı bu saldırı basbayağı öfkelendirmişti oğlanı, ağzı köpükler saçarak atıldı Pavka’nın üzerine. Ama Pav-ka atik bir sıçrayışla gerileyip süngünün ucunu çocuğa doğru çevirdi. “Geri bas, yoksa yanarsın!”
Küçük oğlan çaresizlik içinde ağlayarak ağzına gelen bütün küfürlerle hıncını boşaltırken, Pavka alabildiğine memnun bir şekilde, hızla koşmaktaydı. Ganimetini bir hangarın kirişlerinin altına güzelce yerleştirip gizledikten sonra da neşeli neşeli ıslık çalarak eve döndü.
Şepetovka gibi küçük kasabalarda yaz akşamlarının güzelliğine doyum olmaz. Bu kasabaların kenar mahallelerinde, köylerin o büyüleyici havasını bulursunuz daima. Böyle akşamlarda bütün gençlik sokağa dökülür. Kızlı erkekli herkes evlerin merdivenlerinde, bahçelerde, çitlerin ardında, yollarda, inşaat için oraya buraya yığılmış kalasların yanında, kalabalık topluluklar ya da sarmaş dolaş çiftler hâlinde gezinir. Gülüşmeleriyle çınlatırlar ortalığı ve türküler fışkırır aniden dudaklarından. Yaz kokularıyla dolu hava, gökyüzünün ebegümeci rengi derinliğinde ürperir gibiydi. Ateş böcekleri gibi parıldıyordu yıldızlar ve kaygısız bir ses yankılanarak yükseliyor, uzakta sönüyordu.
Akordeona karşı bir zaafı vardı Pavka’nın. Dizlerinin üzerindeki alete sevgiyle sarılmıştı. Parmakları tuşlara değer
9
Aynı zamanda amca ve dayı anlamına gelen “diyadya”, yakınlık duyulan, yabancı ve yaşlı erkekler için de kullanılır.