Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9. Артур Конан Дойл

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9 - Артур Конан Дойл страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9 - Артур Конан Дойл

Скачать книгу

gönüllü süvari alayındansınız galiba.”

      “Aynen öyle.”

      “Şüphesiz Middlesex Bölüğü’ndensiniz.”

      “Haklısınız Bay Holmes. Siz bir sihirbazsınız!”

      Şaşkın ifadesi karşısında gülümsemiştim. “Mert görünüşlü, İngiliz güneşinin asla veremeyeceği bir bronzluğa sahip, mendilini cebi yerine elbise kolunda taşıyan bir bey odama girerse onun neyle meşgul olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmaz. Kısa bir sakalınız var, bu da sıradan bir asker olmadığınızı gösteriyor. Her hâlinizden süvari alayına mensup olduğunuz anlaşılıyor. Middlesex’e gelince;

      kartvizitinizden Throgmorton Caddesi’nde borsa simsarlığı yaptığınız açıkça görülüyor. Eh, sizin yapınızda biri, bundan başka hangi birliğe katılabilir ki?”

      “Her şeyi görebiliyorsunuz…”

      “Sizden daha fazlasını görmüyorum, sadece gördüklerime dikkatle bakmak için kendimi eğittim. Ancak Bay Dodd, sabah sabah gözlemlerimi konuşmak için bana uğramadığınızı biliyorum. Tux-bury Old Park’ta neler oluyor, anlatın bakalım?”

      “Bay Holmes!..”

      “Sevgili bayım, bunda gizemli bir şey yok ki! Mektubunuzun üzerinde yazıyordu ve bu randevuyu ayarlarken çok acil olduğunu söylediğinizde belli ki çok ani ve önemli bir olay meydana gelmiş.”

      “Elbette öyle ama mektubu öğleden sonra yazdım ve o zamandan beri birçok şey yaşandı. Eğer Albay Emsworth beni dışarı atmasaydı…”

      “Sizi dışarı mı attı?”

      “Yani, en azından öyle oldu denilebilir. Zor bir adam bu Albay Emsworth. Zamanında ordudaki en otoriter yöneticilerden biriydi, ayrıca çok da kabaydı. Eğer Godfrey’nin hatırı olmasaydı albaya kesinlikle tahammül edemezdim.”

      Pipomu yakarak sandalyeme yaslanmıştım.

      “Lütfen tam olarak neyden söz ettiğinizi açıklayın.”

      Müşterim haylaz haylaz gülümsemişti.

      “Size söylenmeden her şeyi anladığınızı düşünmeye başlamıştım.” dedi, “Size olanları aktaracağım ve ne anlama geldiklerini bana söylemenizi isteyeceğim. Bütün gece bu mesele kafamı kurcalayıp durdu ve düşündükçe daha da karmaşık bir hâl aldı.

      Ocak 1901’de orduya yazıldığımda -yani iki yıl önce- genç Godfrey Emsworth de aynı bölüğe katılmıştı. Kendisi, Albay Emsworth’ün tek oğlu -yani Kırım Fatihi Emsworth’ün- ve damarlarında savaşçı kanı dolaştığından orduya gönüllü katılması şaşırtıcı değil. Alayda ondan daha iyisi yoktu. Onunla arkadaşlık kurdum. Ancak aynı hayatı yaşayan, aynı sevinçleri ve üzüntüleri paylaşan iki kişi kurabilirdi böyle bir dostluğu. Can yoldaşımdı ve orduda böyle biriyle karşılaşmak çok önemliydi. Bir yıl süren zorlu bir savaşta iyi ve kötü günlerimiz oldu. Sonra Pretoria yakınlarındaki Diamond Tepesi’nde bir eylem sırasında vuruldu. Cape Town ve Southampton’daki hastanelerden birer mektup gönderdi bana. O zamandan beri ondan haber alamıyorum. Altı ay belki de daha fazla bir süredir ondan haber alamıyorum Bay Holmes. O benim en yakın arkadaşım…

      Her neyse, savaş bitmişti ve geri döndüğümüzde Godfrey’nin nerede olduğunu soran bir mektup yazdım babasına. Bana cevap yazmadı. Bir süre bekledikten sonra ona tekrar yazdım. Bu sefer kısa ve kaba bir cevap yolladı. Godfrey’in dünya turuna çıktığını ve en erken bir yıl sonra geri döneceğini yazmıştı. Bundan başka da hiçbir şey belirtmemişti.

      Cevabından tatmin olmamıştım Bay Holmes. Bütün olanlar bana çok tuhaf gelmişti. İyi bir arkadaştı ve beni hayatta habersiz bırakmazdı. Onun yapacağı bir davranış değildi bu. Ayrıca büyük bir servetin vârisi olduğunu ve babasıyla arasının pek iyi olmadığını da biliyorum. Adam ona bazen eziyet ediyordu ve genç Godfrey buna sabırla göğüs germeye çalışıyordu. Hayır, kesinlikle tatmin olmamıştım ve meselenin köküne kadar inmeye kararlıydım. Fakat benim de işlerim vardı ve onlarla ilgilenmek zorundaydım. O yüzden ancak iki yıl gibi bir aradan sonra Godfrey meselesini tekrar ele alabildim. Ama her şeyi bir kenara bırakıp sonuna kadar gitmeye kararlıyım.”

      Bay James M. Dodd, düşmanınız olmasını istemeyeceğiniz bir adamdı. Mavi gözleri çok haşin bakıyordu ve karemsi çene yapısı konuşurken oldukça merhametsiz bir manzara sergiliyordu.

      “Peki neler yaptınız?” diye sormuştum.

      “İlk işim, Bedford yakınlarında Tuxbury Old Park’taki evlerine gitmek oldu. Durumun ne olduğunu kendi gözlerimle görmek istedim. Bu yüzden annesine yazdım -babasından yeterince aksi cevaplar almıştım çünkü- ve cepheden taarruza geçtim. Godfrey arkadaşımdı; ortak geçmişimize dair bir sürü şey anlatabileceğimi, o sıralarda evlerinin yakınlarında bulunduğumu ve bir ara onlara uğrayıp uğrayamayacağımı sordum. Oldukça samimi bir cevap aldım annesinden; beni o gece misafir etmek istediğini yazdı. Bunun üzerine pazartesi onlara gittim.

      Tuxbury Old Malikânesi ulaşılması zor bir yerdeydi; malikâneye en yakın yer beş mil uzaklıktaydı. İstasyonda araba yoktu ve elimde çantamla yürümek zorunda kaldım. Oraya vardığımda hava kararmak üzereydi. Gezinti yerleri bol olan bir ev; kocaman bir bahçesi var. Tahminlerime göre, birçok dönemi ve stili yansıtan bir evdi. Elizabeth Dönemi’nin ahşap yapılarından Victoria Dönemi’nin sütunlu girişlerine kadar her şeyi görebilirdiniz. İçerisi duvar kâğıtları ile kaplıydı ve solmaya yüz tutmuş eski tablolar vardı. Çok gizemli ve kasvetli bir yerdi. Bir uşak vardı -yaşlı Ralph- herhâlde o da ev ile aynı yaştaydı. Sonra ondan da yaşlı görünen bir karısı vardı. Zamanında Godfrey’nin dadısıymış. Annesinden sonra en fazla şefkat gösteren kişinin o olduğunu söyler dururdu Godfrey. Bu yüzden tuhaf görünüşüne rağmen kendimi ona yakın hissetmiştim. Annesini de sevdim; nazik, ufak tefek, fareye benzeyen bir kadındı. Çekindiğim tek kişi albaydı.

      Gider gitmez onunla münakaşa etmiştim, hatta neredeyse istasyona geri dönecektim. Ama onun da istediğinin bu olduğu geldi aklıma. Vazgeçtim ve kaldım. Beni hemen onun çalışma odasına buyur ettiler; karmakarışık masasının arkasında otururken buldum onu. İri yarı, kambur bir adamdı, soluk tenliydi ve birbirine karışmış kır rengi bir sakalı vardı. Bir akbabanın gagasını andıran kırmızı damarlı burnu çıkıntılık yapıyordu. İki tane zalim, gri göz, gür kaşlarının altından nefretle bana bakıyordu. Godfrey’nin, babasından neden pek söz etmediğini daha iyi anlamıştım.

      ‘Evet, efendim…’ dedi kulak tırmalayıcı bir ses tonuyla, ‘Ziyaretinizin gerçek sebebini öğrenmek için sabırsızlanıyorum.’

      Eşine yazdığım mektupta her şeyi açıkladığımı söyledim.

      ‘Evet, evet… Godfrey ile Afrika’da tanıştığınızı yazmışsınız. Tabii, bu konuda bir tek sizin sözünüz var…’

      ‘Onun mektupları cebimde.’

      ‘Onları rica edebilir miyim?’

      Ona uzattığım iki mektuba şöyle bir baktıktan sonra bana geri

Скачать книгу