Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9 - Артур Конан Дойл страница 7
Holmes gülümsedi. “İyi dileklerinize katılıyorum Bayan Winter.”
“Onu ait olduğu yere sokmayı başarabilirseniz sonsuza kadar emrinize amadeyim.” dedi ziyaretçimiz büyük bir öfke patlamasıyla. Kadınlarda çok nadir görülen ama erkeklerin asla sahip olamayacağı nefret yoğunluğunu o beyaz, kararlı yüzünde ve alev saçan gözlerinde görebiliyorduk.
“Geçmişimi araştırmanıza gerek yok Bay Holmes. Zaten pek bir geçmişim de yok. Ben sadece Adelbert Gruner’nın yarattığı bir kişiyim. Onu cehenneme bir gönderebilsem!..” Elleriyle havaya çıldırmışçasına yumruklar savurdu. “Birçok insanı düşürdüğü çukura bir de ben onu itebilsem!”
“Durumun ne olduğunu biliyorsunuz.”
“Şişko Shinwell bana olanları anlattı. Başka bir zavallının peşinde ve bu sefer de onunla evlenmek istiyormuş. Siz de buna engel olmak istiyorsunuz. O adamla kilisede evlenmek isteyen terbiyeli bir bayanın bunu yapmasını engellemek gerektiğini bilecek kadar tanımışsınız o şeytanı.”
“Bu kız mantıklı düşünemiyor. Delice âşık ona. Bu adam hakkında bilmesi gereken her şey anlatıldı ama umurunda değil.”
“İşlediği cinayeti de anlattınız mı?”
“Evet.”
“Vay be, bayağı sağlam sinirlere sahipmiş desenize!”
“Hepsinin iftira olduğuna inanıyor.”
“Onun o aptal gözlerinin önüne hiçbir delil sermediniz mi?”
“Bu konuda sizin yardımcı olmanızı isteyeceğiz.”
“Ben tek başına bir delil sayılmaz mıyım? O kızın yanına gidip beni nasıl kullandığını anlatsam…”
“Bunu gerçekten yapar mıydınız?”
“Yapar mıyım? Elbette yaparım!”
“Her neyse, denemeye değer. Ancak adam, günahlarının çoğunu ona anlatarak af dilemiş. Anladığım kadarıyla kız bu konu üzerinde bir daha durmayacak.”
“Her şeyi anlatmadığına bahse girerim.” dedi Bayan Winter, “Onca yaygarası koparılan cinayetin dışında bir iki tanesine de ben şahit oldum. O kadife ses tonuyla bir cinayetten bahseder, sonra da bana gözlerini dikip, ‘Bir ay içinde ölüverdi.’ derdi. Palavra da değildi ama pek umursamıyordum; ne de olsa ben de ona o zamanlar sırılsıklam âşıktım. Ne yapsa umrumda değildi, tıpkı bu zavallı kızcağızın umrunda olmadığı gibi! Sadece bir şey beni çok sarsmıştı. Evet, öyle… Her şeye bir açıklama getirip beni sakinleştiren o zehirli, yalanlar saçan dili olmasaydı, inanın bana, onu o gece terk ederdim. Onun bir defteri var; kilidi olan, kahverengi, deri bir defter. Dış kısmında da altın renginde bir arması var. Sanıyorum o gece biraz sarhoş olmuştu, yoksa hayatta bana göstermezdi.”
“Neydi o peki?”
“Size şunu söyleyeyim Bay Holmes, bu adam kadın koleksiyonu yapıyor. Bazı erkekler güve veya kelebek koleksiyonu yapıp bundan nasıl gurur duyuyorsa o pislik de kendi koleksiyonundan gurur duyuyor. Her şey o defterde yazılı. Şipşak fotoğraflar, isimler, ayrıntılar, kızlar hakkında her şey yazılı orada. Çok iğrenç bir defter; hiçbir erkek, sokaklardan gelse bile öyle bir defter tutmayı akıl edemez. Ama bu Adelbert Gruner’nın defteri işte. ‘Mahvettiğim Ruhlar.’ Biraz düşünceli olsaydı kabına bunu yazardı. Ama onu ortalık yerde göremezsiniz, zaten işinize de yaramaz. Yarasa bile ona kolay kolay ulaşamazsınız.”
“Defter nerede?”
“Artık nerede olduğunu bilemem. Bir yıldan fazla oldu ondan ayrılalı. O zamanlar nerede sakladığını biliyorum ama. Birçok yönden düzenli ve titizdir. O yüzden defter, hâlâ çalışma odasındaki eski masasının çekmecesinde duruyor olabilir. Evi daha önceden gördünüz mü?”
“Çalışma odasını gördüm.” dedi Holmes.
“Gerçekten mi? İşe bu sabah başladığınıza göre pek de yavaş sayılmazsınız. Galiba bu sefer Adelbert dengi olan bir adama rastladı. Çalışma odasının dış kısmında Çin porselenleri var, pencerelerin arasındaki büyük camekânın içinde. Sonra, masanın hemen arkasındaki kapıdan iç kısma geçiyorsunuz. Ufak bir oda, orada belgelerini falan saklıyor.”
“Hırsızlardan korkmuyor mu?”
“Adelbert bir korkak değildir. En zalim düşmanı bile bunu söyleyebilir. Kendini koruyabilir. Geceleri hırsızlara karşı bir alarm kuruyor. Zaten bir hırsız için ne var ki o odada? Onun süslü porselenlerini mi çalacaklar?”
“İşe yaramaz onlar.” dedi Shinwell Johnson kararlı bir uzman edasıyla, “Çalıntı mal satıcısı, satamayacağı veya eritemeyeceği bir şey istemez.”
“Aynen öyle.” dedi Holmes, “Evet, Bayan Winter, eğer yarın akşamüstü saat beş gibi buraya gelirseniz iyi olur. Bu arada, hanımefendiyle yüz yüze bir görüşme ayarlamaya çalışacağım. Yardımlarınız için size fazlasıyla minnettarım. Müşterimin size karşı oldukça cömert davranacağını söylememe gerek…”
“Kesinlikle gerekmez, Bay Holmes!” diye haykırdı genç kadın, “Ben para peşinde değilim. Bu adamın çamura battığını göreyim başka bir şey istemem! Çamura battığında o lanet olası yüzünü bir de ben ayağımla ezeceğim. İşte bu benim ödülüm olacak. Onun peşine düştüğünüz sürece hep yanınızda olacağım. Beni nerede bulacağınızı bizim şişko size söyler.”
Holmes’u ertesi akşama kadar görmemiştim. Daha önce yemek yediğimiz Strand’de bir kez daha buluşmuştuk. Görüşmenin nasıl gittiğini sorduğumda omuz silkmekle yetinmişti. Sonrasında, size anlatacağım şekilde hikâyeyi aktardı bana. Ancak kullandığı bazı sert ve tatsız kelimeleri biraz yumuşatarak nakletmekte kararlıyım.
“Görüşmeyi ayarlamakta pek zorluk çekmedim.” dedi Holmes, “Nişanlanmalarını istemeyen babasına karşı çirkin davrandığı için kız, bir evlada yakışır biçimde, babasına olan bağlılığını göstermek ve gönlünü almak niyetindeydi. Her şeyin hazır olduğunu söylemek için general beni aradı, ateşli Bayan Winter ise söylenen saatte hazır bulundu, böylece saat beş buçukta bir araba bizi, yaşlı askerin yaşadığı Berkeley Meydanı’ndaki evin önüne bıraktı. Burası yanında bir kilisenin bile havai kalacağı o çirkin, gri Londra şatolarından biriydi. Bir uşak bizi büyük, sarı perdeleri olan oturma odasına buyur etti. Kız bizi orada bekliyordu. Ölçülü, solgun, içine kapanıktı ve dağların üzerindeki karlar kadar sert ve mesafeli davranıyordu.
Onu nasıl anlatacağımı bilemiyorum Watson. Belki bu iş bitmeden onunla tanışır ve kendi kelimelerinle tasvir edersin. Çok güzel bir kız ama âdeta öbür dünyaya ait ruhani bir güzelliği var. Buna benzer yüzleri ancak Orta Çağ’a ait eski tablolarda görmüştüm. Böylesine ilahi bir güzelliğe nasıl