Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор страница 7
Hatta sistemin gaddarlık sınırının had safhaya ulaştığı bir anda, eli kanlı Sovyet rejimine ateş püskürüp, lanetlemeye başlar. “Tıpkı işgalci zorba devletler gibi başkaları üzerinde hâkimiyet kurma duygusuna, insanlarda da rastlanır. İnsanlar da birbirlerini köle yapmak ister, ancak bu savaşta güçlü her zaman galip gelemez, bazen zayıflar da güçlüyü mağlup edebilir. Bu gibi durumlarda zayıfın en büyük silahı dalkavukluktur”.
Sovyet sisteminin Kazak milletine çektirdiği çilenin gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı “Ölü Ara” romanı, XX. yüzyılın gerçeklerini anlatan kapsamlı bir epope olmanın yanı sıra edebiyatımızın değeri asla yitirilmeyecek, asla tükenmeyecek altın hazinesi olarak kalmaya devam edecektir. Romanda, özgünlüğü bakımından bir birinden farklı işlenen karakterlerin bütün dünyasını bulmak mümkündür.
Fırtınalı yaşam denizinin üzerinde bir birine çarpan, kendini kurtarmak için can atan insanların kaderi hakkındaki duyguları kelimelerle ifade etmek neredeyse imkânsız. Bu kadar fırtınalı yaşamın içinde, özellikle Bayten ile Hadişa’nın aşık oyunu oynarken bir birine âşık oldukları gece, romanın en duygulu anlarından birisidir, ancak o geceden sonra sonsuza kadar ayrılmayacağını söyleyen Hadişa’nın, daha sonradan Bayten’e yaptığı ihanete üzülürken, okur kızgınlığa ve öfkeye kapılacaktır. Bunu anlatmaya sözcükler yetmez. Hayatta tutunabileceği bir dal ararken, zamanın (sistemin) fırtınasına yakalanıp yolunu kaybeden nice karakteri de bulmak mümkün eserde. Bu tür karakterlerden birisi de Deli Hamza’dır. Deli Hamza’nın trajik karakteri romanda çok güzel betimlenmiştir. Romanın sonunda hayattan bezen Askar’ı intihar etmek üzereyken kurtaran Deli Hamza’nın aklına ve olgunluğuna hayran kalmamak elde değil. Sistem maymununa dönüşen Nurbek karakterini değerlendirmek ise, ayrı bir yazıyı gerektirmektedir.
“Ölü Ara” romanını dönemin diğer eserlerinden farklı kılan ve yücelten şey ise, sadece onun özgünlüğü değildir. Okurun beyninde uykuya dalan düşünceyi okşayarak, romana can veren kudretin en mükemmel sırrı da bu değil.
Romana can veren ve onu güzellik katan en büyük kudret, Sovyet döneminin gaddarlığını ifşa etmekten çekinmeyen Tölen’in şair yüreğidir. Okur, romanın sayfalarını çevirdikçe, zulümle savaşan bu şairin farklı bir kalp atışını hissediyor adeta.
Bu muhteşem epopeyi yaratan Tölen’in özgünlüğü, tarih katmanlarında gizli gerçekleri kazıyarak, dönemin gerçeklerini bilincimizde tekrar canlandırabilen ustalığı üzerine kuruludur.
Bize göre, romanın sonunda “birinci kitabın sonu” yazılmasına rağmen, Tölen Abdik’in bu eseri, son noktası koyulan, tamamlanan bir eserdir. Daha önce bahsedildiği gibi roman, Askar’ın kardeşi Bayten yaz tatiline geldiğinde tay kesip, toy yapmasıyla başlar, ancak sonunda ise Askar, aynı kardeşi tarafından elleri bağlı olarak sürgüne götürülür. Bunu okuduktan sonra Sovyet döneminin zulmünü kanıtlayacak bir başka ayrıntı aramanın anlamı yoktur… Sözün bittiği yerdir burası bize göre.
Yazar Tölen Abdik, insan ruhunun en büyük zirvesi olan Feraset Savaşı’nda pek çok başarı elde eden bir kalemdir. Bu başarısında sadece sahip olduğu yeteneğe, ustalığa ve sanatsal çabasına borçlu değil. Hilenin kol gezdiği, ancak buna karşı çarenin bulunmadığı fanî dünyada, yazarı zirveye taşıyan, biri saf sevgi, diğeri ise insanî feraset gücünde iki kanadı olmuştur.
Abdik, sanata âşık ve sadık bir yazar olarak tıpkı “Ölü Ara” romanındaki Askar gibi her zaman büyük harflerle yazılmayı hak eden bir insan olarak kalmanın yollarını aramış; dalkavukluk ve riyakârlıktan, yalan ve dedikodudan uzak durmuştur. Yaratıcılık hayatındaki iki kanadı, saf sevgisi ve insani feraseti onu hep sanatın zirvesine yükselmesi için taşımıştır.
Sanat dünyasına büyük hayallerle gelen, ama zirveye ulaşamadan kanatları kırılan nice yeteneğe rastlanır. Onların bu başarısızlıklarının nedeni sadece yaratıcılık güçlerinin yetersizliği değildir. Aslında sanatın gerektirdiği, sevgi ve ferasettir. Buna sahip olamayanlar zirveye doğru uçarken ya kanatları kırılır ya da yaratıcılıklarını yitirirler. Yazarın yüreğinin temiz olması da yeteriz. Bu nitelik onu her ne kadar zirveye taşısa da geçici bir sistemin sözcülüğünü yaptığı an, feraset güneşini kapatan bulutların arasında yollarını kaybeder.
Bir yazar, yalnızca çalışmayla ve okumakla yaratacağı esere derin bir düşünce kazandıramaz. Onu her şeyden önce, ruhunun temizliğinde ve kalbinin derinliğinde bulmalı. Çok okuyup çok çalışan, ama gerçek hayatta dalavereci, riyakâr, kibirli ve uyanık olanların neden büyük eser yazamadıkları üzerinde hiç düşündünüz mü?
Bunun nedeni, cennet bahçeleri gibi ulu ruhlar kapısı da, yalnızca yaratıcılığı kirlenmeyen, saf sevgi ve insanî ferasetini yitirmeyenler için açılır.
Edebiyat yalnızca bir insanı tanıma değil, aynı zamanda insan olmayı da öğreten yüce bir sanattır. İşte, bu yüzden gerçek bir yetenek sahibi edebiyata adımını, insanlığın besin kaynağını bulandıran zulümden hayatı arındırmak için atar.
Bir ateş gibi yanamayan, zulümle mücadele edemeyen bir yazar, asla gerçek bir insan ruhunun yazarı olamaz. Tölen Abdik, sanat aşkı ile feraseti sayesinde bunu başarabilen nadir usta. Onun kaleminden çıkan eserlerde zulme karşı feraset savaşının açtığı ateş alev alev yandı. Bu alevden güç alan ruhumuz da onun her eseriyle birlikte olgunlaştı, insanlık yolundan sapmadan feraset meydanında yazarla birlikte zafere ulaştı.
HAYIRSIZ CUMA
Aben İlyasoviç önündeki evraka imza attıktan sonra yüzünde şüpheci bir ifadeyle, “Bu yaptığım doğru oldu mu acaba?” dercesine tekrar bir göz gezdirdi ve kâğıdı asistanına verdi.
– Bekleyenler var mı? Diye sordu, kapıyı gözüyle işaret ederek.
Patronunun her hareketini dikkatlice izleyen, zarif giyimli yakışıklı genç:
– Var, dedi.
Aben, asistanı hariç kimsenin fark etmeyeceği bir hareketle başını hafif salladı. Çok geçmeden odaya kırk yaşlarında esmer, etine dolgun bir erkek girdi.
– Affedersiniz, dedi ve nedense apışıp bir müddet kapıda öylece durduktan sonra düşecekmişçesine sallanarak yaklaşıp bakanın elini tuttu.
Aben yumuşak bir sesle:
– Oturun, dedi.
– Affedersiniz.
Gelen adam, ikinci ricadan sonra geri çekilerek, gelip bakanın karşısındaki koltuğa oturdu. Sanki “Burası benim oturacağım bir yer mi?” dercesine, cebinden mendilini çıkartıp terleyen alnını tekrar tekrar sildi.
– Maruzatınız nedir? Dedi, Aben yumuşak bir edayla.