Gümüş Patenler. Mary Mapes Dodge

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gümüş Patenler - Mary Mapes Dodge страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Gümüş Patenler - Mary Mapes Dodge

Скачать книгу

zengin çocuklarının bunlardan başka bir şey giydikleri düşünülemez elbet, para dolu kemerleri bellerindeymiş. Kötü hancı ne yapsa beğenirsiniz? Demiş ki, ben bu veletleri öldüreyim, paralarıyla güzel kıyafetlerini de kendime alayım. Gece olup da karanlık çökünce, cırcır böceklerininkinden başka ses duyulmadığında yerinden kalkıp ömürlerinin baharındaki gencecik çocukların canlarını almış.”

      Gretel iki elinin parmaklarını birbirine geçirdi ürpertiyle, Hans ise adam öldürme, cinayet kendisi için sıradan gündelik meselelermiş gibi görünmeye çalışıyordu.

      “En kötüsünü duymadınız daha.” konuşurken ilmekleri sayarak bir taraftan örgüsüne devam ediyordu Madam Brinker. “Şimdiye dek duyduklarınız devede diken kalır. Hilkat garibesi hancı gitmiş bir de çocukların uzuvlarını kesip ayırmış, salamura domuz eti diye satmak için, tuzla dolu bir küvete atmış parçaları!”

      “Tanrı’m!” diye haykırdı Gretel dehşetle, hikâyeyi daha önce çok duymuşsa da. Hans ise yerinden kımıldamıyordu, mevcut koşullar altında salamuraya yatırmak en mantıklısıymış, der gibiydi.

      “Ya, salamuraya yatırmış, hikâye burada bitti sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. O gece, Aziz Nicholas rüyasında hancının oğlanları kıtır kıtır doğradığını görmüş. Aziz olduğundan acele etmesine gerek yokmuş, sabah hana gidip hancıyı cinayetten suçlu bulmuş. Kötü hancı her şeyi itiraf etmiş, dizlerinin üstüne çöküp af dilemiş. Yaptıklarına o kadar pişman olmuş ki çocukları hayata döndürsün diye yalvarmış Aziz’e.”

      “Aziz ne yapmış?” diye sordu Gretel, cevabı zaten bildiğinden keyifle sırıtarak.

      “Çocukları hayata geri döndürmüş. Havada uçuşmuş genç adamların salamuraya yatırılmış uzuvları, ahenkle dans ederek yeniden birleşmiş. Çocuklar, Aziz Nicholas’ın ayaklarına kapanmışlar, Aziz tarafından kutsanmışlar. Tanrı aşkına, Hans! Hemen gitmezsen sen dönmeden karanlık çökecek!”

      Bir an ara vermeden konuşmaktan, Madam Brinker’in nefesi kesilmişti neredeyse. Çocuklarının en son ne zaman gündüz vakti çene çalıp haylazlık ettiğini hatırlamıyordu ve bunun bir lükse dönüşmüş olduğu düşüncesiyle şaşkına dönmüştü. Odada oradan oraya koşuşturdu, boşa geçen süreyi telafi etme telaşıyla. Ateşe biraz turba kömürü atıyor, masanın üzerinde görünmeyen tozu alıyor, örmeyi bitirdiği çorabı Hans’a uzatıyordu hep bir anda.

      “Gel bakalım.” dedi kapıda oyalanan çocuğu görünce, “Ne duruyorsun, Hans Bey?”

      Annesini tombul yanağından öptü Hans, çektiği çilelere rağmen hâlen pembeydi kadının taze teni.

      “Sen dünyanın en iyi annesisin, elbette bir çift patenim olsa çok mutlu olurum.” dedi. Şöminenin yanına çömelmiş tuhaf bedene kederle bakıyordu ceketini iliklerken. “Ama babama baksın diye Amsterdam’dan bir meester20 getirmeye yeterse param, bir şey yapılabilirse…”

      “Meester buralara gelmez, o paranın iki katını versek bile! Hem gelse de ne fayda! Ah, zamanında bir umut diye diye kaç gulden harcadım; fakat evladım, canım babanız hiç düzelmedi. Bizim de kaderimiz böyleymiş. Git hadi, paten al.”

      Hans’ın bağrına taş oturmuştu sanki ama gençti, oğlan çocuklarına özgü havailikle beş dakika geçmeden ıslıklar dolanmaya başlamıştı diline. Annesi ona “bey” diye hitap etmişti ya, bu bile yağmurlu günün ardından görülen gökkuşağı gibi neşeyle doldurmuştu içini. Hollandalılar küçük çocukları muhatap almazlardı pek. Ancak Madam Brinker sevgi ve şefkatin içinden taştığı anlarda çocuklarına “bey veya hanım” diye seslenirdi.

      Annesinin, “Ne duruyorsun, Hans Bey?” deyişi, çocuğun ıslıklarının arasında bir yankı oluşturuyor, kendisine verilen görevin kutlu olduğu hissi gönlünde tomurcuk tomurcuk açıyordu.

      VII

      HANS KENDİ BİLDİĞİNİ OKUYOR

      Broek, sessiz sakin sokakları, buz tutmuş dereleri, sarı tuğladan kaldırımları ve gökkuşağı renklerinde evleriyle hemen yakınlardaydı. Düzen ve gösteriş bu minik köyü tanımlıyordu âdeta, fakat görünen o ki sakinleri ya uyuyorlardı ya da sonsuzluğa göç etmişlerdi.

      Bir tek ayak izi bile bozmamıştı çakıl taşlarıyla deniz kabuklarının ahenkli desenler meydana getirdiği kumlu patikaları. Panjurlar sımsıkı kapatılmıştı, sanırsınız ki havadan veya gün ışığından zehir yayılıyor; evlerin ön kapıları ise ölüm kalım olmadıkça açılmayacak gibiydi.

      Tütün dumanı kadar kara sessiz bulutlar, başka zaman olsa yeri göğü ayağa kaldıracak, kuytu köşelerde ders çalışacak veya komşu çocuklarıyla paten kayacak çocuklarla dolu binalar arasında geziniyordu. Bahçelerde tavus kuşları ve kurtlar vardı, ne var ki bir gıdım etle kemik tatmamışlardı. Bir tür yeşil vahşetle toprağı koruyor göründükleri seralara hapsedilmişlerdi. Hayat dolu ördekler, kadınlar ve sporcular yaralarını sarıp rakiplerine var güçleriyle meydan okuyabilecekleri bahar vaktine kadar beklesinler diye yazlıklara kışkışlanmışlardı; göz kamaştıran kiremit döşeli çatılar, mozaik avlular ve cilalı pervazlar ufacık bir toz zerresinin bile görülmediği göğe saygıyla boyun eğiyorlardı.

      Hans, gümüş kwartjelerini avucunda sallarken köyü izliyordu. O hep duyduğu hikâyeler kafasında bir soru yumağı oluşturmuştu. Broek köylüleri o denli zenginmiş ki som altından tabak çanakları varmış, diyorlardı. Ne kadarı doğruydu?

      Pazarda Mevrouw van Stoop’in tatlı peynirlerini görmüştü, mağrur kadının bunları satıp bir sürü parlak gümüş gulden kazandığını biliyordu. Acaba kadın altın kaplar kullanıyor muydu? Peki ya altın kepçeler, kevgirler? Kış aylarında ineklerinin kuyruklarına kurdeleler bağlıyor muydu?

      Aklında bu düşüncelerle yüzünü Amsterdam’a döndü, kanalın öbür yanında, taş çatlasın beş mil uzaktaydı. Kanalın üzerindeki buz kusursuzdu, ancak ahşap patenleri yakında dağılmak üzere her adımda iç karartıcı bir elveda şarkısı söylüyorlardı sanki.

      Kanalı geçerken kimi görse beğenirsiniz? Hollanda’nın en iyi, en meşhur hekimi Bay Boekman’ı! Hans, hekimle daha önce tanışmamıştı, fakat Amsterdam’daki pek çok dükkânın camında oyma portresini görmüştü. Kimse unutamazdı bu yüzü. Haşin bakan mavi gözleri, “gülümsememi beklemeyin” der gibi duran çelimsiz, ince dudaklarıyla ve sırım gibi boyuyla doğma büyüme Hollandalı olan hekim mizah duygusundan yoksun, pek de insan canlısı olmayan bir karaktere sahipti; kısacası kendisiyle tanışıklığı olmayan, cahil bir oğlanın teklifsizce sohbet etmeye cesaret edebileceği bir mizaçta değildi.

      Gel gör ki, çok da aldırış etmediği bir ses, kendi vicdanı, Hans’ı mecbur ediyordu.

      “İşte, dünyanın en iyi hekimi geliyor.”diye fısıldadı ses. “Onu sana Tanrı gönderdi, bu parayla babana yardım edebilecekken kendine paten almayı hak mı görüyorsun!”

      Ahşap patenler coşkulu bir ciyaklama koyuverdiğinde, başının üstünde yıldızlar değil yüzlerce paten dönüyordu. Elindeki paraların şıngırtısını duyduğunda, Hans’ın kalbi ağzındaydı.

Скачать книгу


<p>20</p>

Felemenkçede alt tabaka, doktorları bu şekilde çağırır.