Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri. Veli Toprak

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak

Скачать книгу

böyle bir ihtiyaç duyumsanıyordu. O zaman parti ve teşkilat diye bir ayrım yapardık. Ocak diye daha doğrusu. Parti görüşü ile Ülkü Ocağının görüşü arasında ilan edilmemiş bir mesafe çoğu zaman hissedilirdi. Bu belki Ankara’da hissedilmiyor olabilirdi, o zaman taşrada kulaklar Ülkü Ocağının ağabeylerine çevrilirdi. Ben kendi adıma rahmetli Türkeş’in tutumunu çok onaylamıyordum. Bir gün Muhsin Yazıcıoğlu çıkacak ve bize bir ışık, yol olacak diye bekliyorduk. Ama benim adıma beklediğimiz şey olmadı.

“İlk Tanışma, BBP’ye Üye Oldum”

      Yazıcıoğlu ile tanışmanız ne zaman oldu?

      Ne zaman bu ayrışma ortaya çıktı? BBP’nin kuruluş aşamasına götürülen olaylar zincirinde. Ben ilk defa BBP’nin kuruluş aşamasında bir topluluk içinde dinledim kendisini. Hatta bir arkadaşım bu toplantının videosunun var olduğunu söyledi. Orada kısmi eleştiride de bulunmuştum. Ordadır ilk tanışmamız. Daha sonra her ne kadar eleştirsem de ben samimiyetine ve milletine adanmışlığına şüphesiz inanıyordum. Siyasi partilerle demokratik yollardan varılacak bir yol olduğuna dair inancı çok zayıf olmasına rağmen gittim BBP’nin Bahçelievler teşkilatına üye oldum. Bu daha çok yönteme inanmaktan ziyade ona inanmaktan. Onun samimiyetine inanmışlığımdan kaynaklanan bir şeydi. Bir iki İstanbul ziyaretinde de beraber olduk.

      Standart gibi gördüğüm politika kulvarı içinde çok büyük ümitler beslemediğim için daha çok olup bitenleri pesimist/eleştirel bir dille yorumluyordum. Bu yükü omuzlamış bir lidere haksızlıktı aslında. Bunu şimdi anlıyorum. O zaman yararlı olduğuna inandığım düşünceleri kendisiyle samimi olarak paylaştığım kanaatindeydim. Önerilerimin bazılarının isabetli olduğunu bugün bile değerlendirmekle beraber yaptığımın tümüyle yanlış olduğunu hayat bana sonradan öğretti.

“ANAP-RP Koalisyonu İçin Birlikte Çalıştık”

      Daha sonra ayrıldınız ama ittifak çatısı altında yeniden buluştunuz!

      Sonra kader bizi aynı partinin çatısı altında (İttifak dolayısıyla.) 1995 Parlamentosunda buluşturdu. Zaten birbirimizi tanıyorduk. Fakat onlar hiç bana daha sonraki hareketlerinde birlikte hareket etme yönlü telkinde bulunmadılar. Zannediyorum demokratik terbiyenin bir icabı olarak yapmadılar. Yapsam mutlu olurlar mıydı, bilmiyorum. Ama yaptıklarını yapmamaları için çok uğraştım. O tarihte “REFAHYOL mu ANAYOL mu kurulsun?” diye bir tartışma vardı; kurulması gerekenin REFAH-ANAP koalisyonu olduğu yolundaki fikrimiz için çok çaba sarf ettik ama sonuç vermedi. Bundan dolayı kimin kusurlu olduğunu bugün dahi söyleyemiyorum. Erbakan ve ekibinin mi, Mesut Yılmaz ve ekibinin mi kusurlu olduğuna adil bir karar veremiyorum. Refah Partisinin de süreci iyi yönetemediğini düşünüyorum. İçinde olduğum ANAP’ın kusurlarını zaten görüyorum ama kusurlar o başarısızlığı açıklamaya yetmez. O fırsatın kaçırılması ülke adına bedeli ağır neticeleri de davet etti, sonradan yaşayarak gördük. Rahmetli Reis ile aynı çatı altında buluşmuşluğumuz o yüzden çok uzun süremedi.

      28 Şubat sürecindeki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

      Koalisyon kurulamadı. ANAYOL kısa sürdü, ardından REFAHYOL ve 28 Şubat. 28 Şubat meselesi, ayrışmanın da başladığı yerdir. Oralarda tamamen hem demokratik hem millî diyebileceğimiz bir duruşu tercih etti Muhsin Bey. Dirayetli duruşu gösterdi hem de vakarla gösterdi. Hiç tutumunu şova dönüştürmedi. Ama sonraki yıllarda o günkü dirayetinin, çeşitli siyasi fırsatlar ve imkânlar elde etmiş olmasına rağmen destek verdiği siyasi kadrolarca bilinmediği kanaatindeyim.

“ ‘İslamcılar’ Bencil…”

      Hatta bırakınız bir iyilikle mukabele etmeyi bir şükran ifadesiyle bile karşılaştığından şüpheliyim. Bence Türkiye’de “İslamcı” diyebileceğimiz siyasetin aslında ne kadar dar bir çerçeve ve bencil bir hâletiruhiye ile sevk ve idare edildiğini en iyi gösteren örneklerden birisi rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na reva gördükleridir. En dar zamanlarında her zaman yanlarında buldukları bir adamı kendileri rahatta olduğu zaman hatırlamak bile istemediler. Buna kısmi bir örnek de Hasan Celal Güzel’dir. Kısmi diyorum, Yazıcıoğlu’nu anarken eş değerde gördüğüm anlaşılmasın. Güzel’e karşı takınan tavır da benzeri. 28 Şubat’ta dirayetli duruş gösteren kim varsa bakın, İslamcı siyasetin dışında kalmıştır. Çoğu da ülkücü-milliyetçi-merkez sağın demokrasiye inanmış insanlarıdır. Onlar çok sağlam ve dirayetli bir duruş gösterdiler. Hiç tevazu oyununa girmeden kendimi de bu tanımın içine koyarım. Ben de çok namuslu ve dirayetli bir duruş gösterdiğime inanıyorum.

      Sonradan vardığım bir değerlendirme; olup biten… Yazıcıoğlu bunu millî, izzetinefis olarak görürken, işlerin neticesi, sonradan iktidarı gücü ele geçirenlerin politik bir pragmaya dönüştü. Tarih bunu maalesef kanıtladı.

“Bakan İken Ricasını Emir Telakki Ettim”

      Siz AK Parti’de bakan olduktan sonra ilişkiniz nasıldı, sizden ricası olur muydu?

      Yazıcıoğlu’nun ömrünün son deminde, bugün benim tespit ettiğim olguya tanık olmanın hayal kırıklığını ve üzüntüsünü yaşadığını düşünüyorum. Bunu zaman zaman konuşmalarımızda da açık bir şekilde ifade etmese de çeşitli konulara ilişkin eleştiri ve yakınmaları bana da söyledi. Biz partilerimizin takındığı tavır nedeniyle farklı kamplarda görünüyorsak da aralıksız olarak iletişimimizi sürdürdük. Hem kadrosuyla hem kendisiyle. Ben naçizane partimin (AK Parti) iktidarda olduğu ve bakan olduğum dönemde onun her türlü ricasını emir telakki ettim. Geciktirmeden, bekletmeden neticelendirdim. Taleplerinin çoğu, sınırlı sayıda belediyelerinin mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması veya bürokraside mağduriyete uğramış ya da uğraması muhtemel değerli vatan evlatlarının hak ve hukukunun gözetilmesinden ibaret şeylerdi. Benim için anlamı, onun rica etmesi değil, benim dikkatime getirmiş olmasıdır. Bunları yerine getirmekten bahtiyarım çünkü milletimizin tarihi içinde çok özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Özel bir şahsiyet modeli olduğunu düşünüyorum.

“Adanmış Bir Ömür, Dava Adamı”

      Sadece bir siyaset adamı olarak mı gördünüz, tanıdınız?

      Yazıcıoğlu’nu bir siyasetçi diye yorumlamak, anlamak doğru ve tutarlı bir şey değil. Böyle birisi değildi. Bir taraftan aydındı, toplumun değerlerine, kaderine, ülküsüne duyarlı, onu ayağa kaldırmaya adanmış bir ömrün, hangi durumda nerede durması gerekiyorsa onu yapmaya çabalayan ve üstüne yüklenen yükün ağır mı hafif mi olduğuna, taşıyıp taşıyamayacağına hiç bakmaksızın yük varsa altına giren bir adamdı. Onu böyle BBP, milletvekilliği veya siyasi partiler veya siyaset parantezi içine sıkıştırmak ona haksızlık olur. Aynı zamanda kültür adamı idi, şimdilerde değerini çok yitirmiş olsa da o bir dava adamıydı. Onun hayatı adanmışlık üzerine kuruluydu. Muarızları acımasız militanlığına dair hikâyeleri çok anlatırlar. Ama ben onu her zaman merhametli bir adam olarak gördüm. İletişime çok açık, muarızlarını bile anlamaya çok açık insandı. Meclis kulisinde etrafında oluşan halka her zaman rengârenk bir halka olmuştur. Hem milletvekilleri hem ziyaretçiler hem de basın mensuplarına kategoriler hâlinde bakın, hiç tek renkli bir topluluk görmezdiniz.

“Tebessümünü Unutamıyorum”

      Çok beğendiğiniz, unutamadığınız bir özelliği var mı?

      Kendisine çok yakışan

Скачать книгу