Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri. Veli Toprak
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak страница 9
Rahmet, dua ve minnetle…
ENİS ÖKSÜZ KİMDİR?
34 yıllık bürokratlık-hocalık ve profesörlükten sonra politikaya girdi. 1999’da MHP’den milletvekili seçildi ve Ulaştırma bakanlığı yaptı. Bakanlıktan ve MHP’den istifa ederek BBP’ye katıldı. Genel başkan yardımcılığı görevinde bulundu.
ESKİ ULAŞTIRMA BAKANI ENİS ÖKSÜZ:
Çok uzun yıllar bürokraside bulunduktan sonra siyasete girdiniz. Nasıl oldu siyasete girmeniz?
Siyasete ilgim 1959-1960’larda öğrenciyken başladı. 60 İhtilali’nde lise birinci sınıfa geçmiştim. Ondan bu yana siyaseti hep takip ettim. Fiilen siyasete girmem 1995’te rahmetli Türkeş Bey’in Mersin’de “Bir görünsen iyi olur. Biz mevcut hükûmetle anlaştık. Koalisyon hükûmeti kuracağız. Öyle gözüküyor. Seni de Kültür Bakanı olarak düşündük.” önerisiyle oldu. Ben buna itiraz ettim. Nevzat Yalçıntaş ve Tunca Toskay Bey’in de vesilesiyle biz bu tekliften geri duramadık.
1995 seçimlerinde parti barajı aşamadığı için milletvekili olarak Parlamentoya giremedim. Daha sonra 1999 yılında Meclise girdik ve 57. Hükûmet’te de Ulaştırma Bakanı olarak 2,5 sene civarında bir bakanlığım oldu. Sonra gerek özelleştirme konusunda gerekse ihale ve benzeri konularda görüş ayrılıkları doğdu. Alışagelmiş yöntemlerle, gayriahlaki ve hukuki olmayan yollarla, siyaseti kısa zamanda zengin olmanın bir vasıtası gibi görenlerle uzlaşma imkânımız olmadı. Bu tür ilişkilere karşı ciddi bir savaş açtığım için kendi arkadaşlarım ve kendi parti yönetimimle ters düştüm.
Daha sonra da hükûmette özelleştirme meselesi suni olarak hazırlanmış olan bir krizin sonrasında geldi. Türkiye’de hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını zaten biliyordum. Devleti, işleyişini biliyorum. Çalıştığım şahıslardan 2 kişi cumhurbaşkanı da oldu. Rahmetli Özal ve rahmetli Demirel.
Kamuran İnan ve Veysel Atasoy gibi iz bırakmış bakanlarla çalıştığım için devleti de tanıyorum. İğrendiğim ve tiksindiğim ahlaki olmayan, kul hakkı, yetim hakkı yeme konusunda ters düştük ve sonunda ayrılmak zorunda kaldım. Onun mücadelesini yaptım, yapmaya devam ediyorum.
Ama kamuoyu beni daha çok Kemal Derviş hareketine karşı olan tutumumdan tanır. O hareket, önceden ayarlanmış; kirli politikacı, kirli bürokrat, kirli iş adamı ve kirli medyadan oluşan bir kumpas çetesi, Türkiye’nin kanını, iliğini sömürüyor. Kaynaklarımızı verimli kullandırmıyordu. Buna karşı tabii ki ben bildiğimi yapmak zorundaydım. Allah’a hep şükrederim, aklımdan hiçbir zaman bir fiyatım olduğunu geçirmedim. Bir fiyatım olmadı benim. O yüzden de bu mücadele çok şiddetli geçti.
BBP’den iken Yazıcıoğlu ile birlikte Erdoğan’la görüşmeleriniz oldu, neden gittiniz, ne konuştunuz?
Daha sonra bu konuda görevimi yapmadım değil. Devrin cumhurbaşkanına, başbakanına bizden sonra gelen dönemlerde bunun teferruatını anlattım. Sadece konuya ilgisi fazla olmadığı için girmeyeceğim ama Recep Tayyip Erdoğan ile 2 defa görüştüm. Bunun her ikisinde de Muhsin Yazıcıoğlu ile beraber gittik. BBP genel sekreteri idim. Erdoğan başbakandı. Onun talebi üzerine gittik. Otelde bir toplantı yaptık ve Barzani’nin Kerkük’teki mezarlıklara, tapu dairelerine ve nüfus dairelerine girebileceğini, devletimizin hemen müdahil olmak üzere hareketlenmesi gerektiğini Muhsin Bey’in imzası ve açık bir mektupla bildirdik. Başbakan’ın bu mektubu okuyup okumadığını da Özel Kalem’i vasıtasıyla takip ettik.
Ama bunlar dikkate alınmadı, Kerkük ondan sonra darmadağın edildi. O zaman biz BBP olarak daha farklı ve Türkiye’nin kendi özüne kendimizi bağlamak suretiyle daha millî, daha bilgiye dayalı teorik meselelerden ya da hoş sözlerden öte nelerin olup nelerin olamayacağı konusunda hazırlıklı olmamız gerektiği konusunda mutabakata vardık, bu minvalde çalışmaları sürdürdük. Ama başarılı olduk mu? “Hayır.” Kimse bizi dinlemedi. Neticede tarih tekerrür etti ve bu tarihin tekerrürü ibret alınmadığı için, ders alınmadığı için dün böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacağı kuvvetli görülüyor.
MHP içinde iken yaşadığınız sorun ve dertleri Genel Başkan Bahçeli’ye anlatmadınız mı?
Ben MHP’de ülkücünün ülkücüye, hem de 35 yıllık namlunun ucunda bu davaya hizmet eden, tesadüfen ayakta kalan bir mensubu olarak o yaptığım mücadelede mafyatik hareketlerden, yalancılıktan ve birbirine tuzak kurmaktan bıktım ve bunu Sayın Bahçeli’ye birkaç defa aktardım. Sayın Bahçeli, her defasında nezaketle dinledi ama hiçbir şey yapmadı. Çok sıkıştığı zaman da saatlerce susup sükût yolunu tercih etti. Konuşmayan, gereğini yapmayan bu tavrı dolayısıyla yararlı olamayacağıma kanaat getirdiğim için ayrıldım. Orada eğitim ve kültürden sorumlu başkan yardımcılığı görevinde bulundum. Başka görevler de yaptım ama hiçbir şey olmayacağını çabuk keşfettim. Bununla ona buna suç atmıyor, sadece olanı söylüyorum.
Suspus olmak, susmak… “Sabırlı adamlarmış, nezaketlerini hiç bozmadılar.” gibi laflar kılıf bulmaktan öteye gitmeyen söylemlerdir. Değeri yoktur. Çünkü müspet yönde gelişmeyi görmüyorum. Bunları neden söylüyorum? Tarihe böyle geçsin. Bunu da bir düşünsün insanlar zamanla. Bizim nesil düşünemeyebilir. Daha sonrakilere tarihe not düşmek için söylüyorum. Olmadı ve ben Kemal Derviş ile olan mücadelemde yalnız bırakıldım. Haklılığım biline biline yalnız bırakıldım. Abdullah Öcalan’ın idamının, arkadan dolanılarak komisyonlara üye göndermemek suretiyle uygulanmaması, kararın Meclisten uzun süre kaçırılması gibi şeyler bardağı taşıran son damla oldu. Bu süreçte kendi hukukunu, kanununu uygulamayan bir devlet gördüm. Bu devlet başka yerlerden talimat alır hâle gelmişti. Benim bunu hazmetmem mümkün değildi. Hangi kuruluş, hangi ittifakın içerisinde olursanız olun ülkenizdeki hukukunuzu tatbik etmek mecburiyetindesiniz. Aksi hâlde hukuk devleti olmaktan çıkarsınız. Emir alan, ona buna göre gerekçeler bulup anayasayı da hukuku da çiğneyen idareciler durumunda kalırsınız. Bu bardağı taşıran son damlaydı ve MHP’den ayrıldım.
Yazıcıoğlu’nun Türkeş’le yollarını ayırma sürecini ve perde arkasını biliyor musunuz?
Ben Muhsin Beylerin, MHP’den neden ayrıldıklarının teferruatının teferruatına kadar biliyorum. Haklı bir ayrılış sebeplerinin olduğunu söyleyeyim. “Daha makul, daha uygun, daha açık bir politika güdebilir miyiz?” şeklinde bir denemeyi yapmaya mecbur kaldılar. Ben bunu Türkeş Bey ile de görüştüm. “Arkadaşlarla geçinemediler. Benim ile olan ilişkilerinde de biraz erken büyümüş gördüm. O yüzden bir şey de diyemedim. Ama bizim arkadaşlarımız. ‘Hayır, hiçbir faydaları olmadı.’ şeklinde inkâr edici yaklaşım bize yakışmaz. ‘Bir yol deniyorlar, denesinler bakalım.’ ” demişti.