Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri. Veli Toprak

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak

Скачать книгу

Bunları biliyorduk.” Ondan sonra sizin başka şeylerle de görüşmeleriniz oldu. Ben o zaman sizinle ilgili kanaatlerimi, düşüncelerimi zaten muhafaza ediyordum. Daha kuvvetli ve en iyi bilen arkadaşımı tespit ettim ama ben istifa ettiğim anda bu nokta çok açık şekilde konuldu ve şaşırdı tabii. “Hakkınızı helal edin. Biz gidiyoruz.” dedik. Sadece bir mırıldandı. “Enis Hoca’yı bir türlü ben anlayamadım, keşfedemedim.” dedi ama neye yarar ve parti 3. defa bir travma yaşadı ve bunlar bizi üzmedi değil.

      Ondan sonra ben aktif manada bir siyasi parti bünyesine girerek politika yapmadım. Sonra kendimiz bir parti kuralım dedim. Ama tertemiz adamlardan. Gösterdiğiniz zaman “Var mı sizde böyle parti, böyle düzgün adamlar?” Bunu diyebileceğimiz bir toplanma partisi, bölgesi kuralım. Bununla ilgili bir çalışma yaptık. Ama o arada bir erken seçimle yeni partiler hükûmetin bir takım tasarrufları, hâlleri falan ortalık bir karıştı. Bizim partinin, aldığımız partinin eski başkanı da onlarla beraber. Ben oradan da istifa ettim. Bugün soran olursa işte bilgileri, hatıraları aktarıyoruz.

“Rahşan Ecevit’in Babasına Asistanlık Yaptım”

      Bugünlere gelmenizde emeği olan insanlar mutlaka vardır, siyaset ve bürokraside pişmenizi sağlayan…

      Şunu iddia edebilirim, bütün bu talebeliğimden beri gördüklerim, bir şansım da şu benim; Prof. Fındıkoğlu’nun asistanı olmak. Bunların en küçüğü 1904 doğumluydu. 2-3 devri bir arada görmüş insanlar. Bunların arasında Ecevit’in kayınpederi de vardı. Rahşan Hanım’ın babası: Namık Zeki Aral. Menderes döneminde Gelir Vergisi Kanunu’nu yazan, Parlamentodan geçiren ve Batı dünyasının sistemine uygun ilk kanununu da hazırlayan, yazan şahıstır. DP zamanında çok uzun süre de müşavirlik yapmıştır. Enteresan bir adamdı. O eski komutanlar cephelerinde, Doğu’da, Güney’de, Batı’da Yunan cephesinde savaşan komutanlar benim hocamın arkadaşlarıydı. Kimi kendisinden 3, 5, 10 yaş büyük, kimisi kendisi kadar ve bunların toplantıları olurdu. O toplantılara Fındıkoğlu Hoca “Sen meraklısın, gel.” diye beni zabit kâtibi olarak görevlendirmişti. Notları tutar, bir sonraki toplantıda bunları anlatırdık ve onların öyle hatıraları, öyle ağlamaklı, öylesine sevinilecek hatıraları vardı ki anlatamam. O dönemde bu kadar ileri görüşlü muhteşem adamların bulunmuş olması hâlâ hayretime muciptir. İşte onların iklimiyle, onların arasında bulunmuş olmak benim için çok büyük avantajdı.

“Garih’in Dedikleri Harfiyen Gerçekleşti”

      Bütün bunlardan sonra şimdi ne derler, yeni nesle, politikacılara, bence yaşça benden de büyük oldular. Bunları anlattığım zaman dünyalarının değiştiğini görüyorum. O da şundan oluyor; doğru kaynaklardan doğru bilgilere varamayan insanlar Parlamentoya doldurulmuş. Haberi yok dünyadan. Doğru bildiklerinin yanlış olduğunu sorgulayamayacak kadar da kopmuşlar. İşte o ikili partinin birkaç kişinin gücü altında toplanmış olmanın sonuçları.

      Onları konuştuk tabii. Onların hepsi arkadan getirildi ve demokrasi adına, insan hakları adına falan diye gündeme çıktı. Ama bunların arkasında daha başka türlü şeyler var. Sayın Baykal’ın da o aktif görevi dolayısıyla Recep Tayyip Bey de kurduğu partinin başbakanı olarak görev almak durumunda kaldı. Ama Üzeyir Bey’in bize anlattıkları harfiyen gerçekleşti. Dolayısıyla “Niye CHP?” derseniz çünkü CHP’nin tarihî bir geçmişi var. Büyük parti. Barajı her ne kadar 1999’da aşamasa da oradan çıkan bir Ecevit var, aşmış gelmiş. Sonra bunlar tabii aynı nehrin suları oldukları için birbirlerine daha çabuk kaynaşabiliyorlar.

      Dolayısıyla orada bugün de şunu görüyoruz; gerek Amerika, İngiltere, İsrail üçlüsü gerekse buna yandan ama çok kuvvetli destekli Alman ve Fransız ikilisi buralarda oyun oynamaya ve rol almaya devam ediyorlar. Ne kadar düşerler ne kadar düşmezler, seyrediyoruz.

“İngilizler Kadar Bu Ülkeye Kötülük Eden Olmadı”

      Mayınlı araziyle ilgili kanun, o dönemde kanunlaşmamıştı. Daha sonra kanunlaştı ama bunlar gündeme getirilmek istendiğinde o araziler yabancı şirketlere temizletilsin, verilsin denildiği dönemde Muhsin Bey de bizlerle aynı görüşteydi. “Bu temizlenecekse bunu Türk askeri, Genelkurmay temizletsin. Buraya vereceğimiz 30 milyon dolar asgari paraya biz çok daha güzel yaparız.” diyen bir Genelkurmay Başkanı var. Fakat hükûmet bunu buraya yaptırmak istemedi. İlla o şirketlere verilecek. Tabii “Bunların Yahudi şirketi olduğunu nereden biliyorsunuz?” sorusu gündeme getiriliyor. Biz Yahudi, Ermeni veya Yunanlı, Rus diye düşünmüyoruz. Millî menfaatlere aykırı buluyoruz. Yabancı kim olursa olsun, isterse Türk asıllı bir yabancı ülkenin vatandaşı olan birisi de olsa biz yabancıya böyle bir şeyin verilmesini istemiyoruz. Ordumuz tecrübe kazansın. Zaten bu işi biliyorlar. Daha çok tecrübe kazansınlar ve bu toprakların altında petrol var. Maden var. Bir de organik tarım… Niye verelim? Biz buna şiddetle karşı olduk. Muhsin Bey de karşıydı. Sonra bu hükûmet tarafından getirildi. Kanun geçti geçecek. Ben o zaman tanıdığım, öğrencim olan milletvekillerinin çoğunu aradım. Dedim ki, “Bakın vakıflar konusundaki davranışla mütekabiliyet esasına uymayan sınırların yabancıya verilmesi, üstelik de Orta Doğu ülkelerinin açık düşmanı olan, birbirine düşman olanlardan birisinin tercih edilmesi dış politika bakımından da bizim rahatımız, istikrarımız bakımından da yanlıştır. Buna karşı çıkın.” Çok fazla ses çıkarılamadı ve kanun çıktı. Kanun çıkmadan evvel biz 34 kişi toplandık. 6 tane bakan vardı. Diğerleri de siyasi partilerden müsteşarlık yapmış, başbakanlık müsteşarlığı da yapmış arkadaşlar. Toplandık ve bir yazı kaleme aldık. O yazıda bunun ne kadar mahsurlu, ne kadar yanlış olabileceğini anlattık.

      Bir de ben şunu çok iyi biliyorum, orada etkili olduğumu söylemeliyim. Bor Madenlerini Osmanlı döneminde İngiliz şirketleri çalıştırıyordu. Bu İngilizler kadar Türkiye’ye kötülük ve düşmanlık yapan ikinci bir ülke yoktur. Herkes Rusya zanneder. Evet Rusya çok kötülük yapmıştır ama İngilizler kadar kötülük yapan başka bir millet yoktur. Birinci sıra ona aittir. Tarih bunu ortaya koyuyor. Kültürel anlaşmalardan ölüme kadar giden yerde hep bunu görürüz. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Kendileri de inkâr edemiyor zaten. Sadece konuşulmasını istemiyorlar.

      O ocaklarda çalıştırılan yabancı işçiler var. Bunlar gündüzleri ocakta çalışıyormuş gibi istirahat ediyorlar, talim yapıyorlar. Geceleri de Yunan ordusunun elemanı gibi köy basıp, birlik basıp adam öldürüyorlar ve oralarda yayılma hareketini sağlamaya çalışıyorlar. Atatürk’ün yazdığı Nutuk’ta da uzun uzun anlatılır. O mektuba bunu da koyduk. Çünkü orada çok enteresan bir madde var. Diyor ki; “Burada herhangi bir inzibati bir hadise, bir olay çıkarsa İngiliz şirketi talep etmedikçe Osmanlı zabitanı buraya asla müdahale edemez.” Çünkü müdahale ederse casuslar yakalanacak. Bu madde maalesef bu kanuna da girmiş. Bu böyle çıktı. O zaman Abdullah Gül benim fakülteden öğrencim olduğu için, zarif de bir adam, ona da götürdük yazılı olarak. Bazı arkadaşlar gidip görüştüler. İmzaladı. Nasıl beyninizden vurulmazsınız. Vurulduk. Sonra Anayasa Mahkemesi ittifakla çok ağır bir gerekçeyle iptal etti.

      Demirel’le cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra görüşme yaptınız, niçin gittiniz?

      Süleyman Bey cumhurbaşkanlığından emekli olmuştu. Politika dışındaydı. Birisinde yine 4 kişi beraber Süleyman Bey’e gitmeyi, bir konu hakkında malumat sahibi olunması için kararlaştırdık. Sanıyorum ya eşinin ya birisinin kızının bir rahatsızlığı oldu. Baki Tuğ, Giresun milletvekilliği de yapmış Refaattin Şahin ve ben Süleyman Bey’e gittik. Muhsin Yazıcıoğlu

Скачать книгу