Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri. Veli Toprak
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri - Veli Toprak страница 10
Muhsin Bey’in “Devleti biz yöneteceğiz, biz alırız.” şeklinde büyük bir düşüncesi, bu konuda çok ciddi hazırlıkları, heyecanı ve felsefesi vardı. Uygulamada yakın çevresinin tesirinde herkesin kaldığı gibi o da belli ölçüde kaldı, biz olsaydık belki biz de kalacaktık. Ne yazık ki bu eksiklik giderilemedi. Ben tabii o kadar değerli, hamiyetperver, insanlık değeri son derece yüksek olan bir insanın, eksik gördüğüm tarafını söylemeyi bir tarihî görev, bir hatırlatma olarak gördüm. Güven? Herkes birbirine güvensin de soru işaretinin noktasını silmeyelim.
Bu söylediklerine tamamen iştirak ederim. Şimdi bunlar tesadüf olamaz. Şimdi niye bu kadar kesin konuşuyorsun? En azından bunun tesadüf olmadığını biliyorum. Bir gün zannediyorum Aydın’da spor salonunda konuşmalar yaptık. Sonra da il başkanının evine yemeğe geçtik. Orada nahoş bir hadise oldu. Orada Muhsin Bey ile bu konuda uzunca bir görüşme yaptık. Şimdi bana şeyi anlatıyor, -rahmetli diyeceğim- hangisini daha çok seviyordu, hangisine çok biat etmiş ya da bağlanmıştır o konuda bir şey diyemem ama Üzeyir Garih… Çünkü Müslüman gibi davranış, ahlak ve konuşmalarında son derece tasavvuf bilgisine de vâkıf istifade edilecek kültürü olan birisiydi. Onun öyle bir şeyi vardı. Orada hem Küçük Hüseyin Efendi, Beşiktaş’taki bir caminin imamıydı hem de zannediyorum Nakşibendi tarikatının da bir mensubu. Fevzi Çakmak da ona bağlı bir kimseydi. Kendisi ve babası da Küçük Hüseyin Efendi’ye çok hürmetleri olan, bağlılık gösteren birisiydi. O yüzden Müslüman mıydı, Musevi miydi derseniz, her ikisi de desem bir tuhaf olur. İkisinden biri desem, ayırmak zor. Çünkü iş hayatı, çevresi, kendisinin Musevi asıllı bir aileden gelmiş olması, onunla ilgili bir şeyler anlatmıştı. Üzeyir Garih Bey daha eskiden, daha öteden beri yakından tanıdığım birisiydi. Severdim. Neden derseniz, bizim toplum, genellikle gayrimüslimlere karşı geçmişte çok kazık yediği için, çok aldatıldığı için ön yargılı, biraz da böyle tedbirli bakar. Ama ben Üzeyir Bey’de şunu gördüm; bu ülkeye en yeni teknolojilerle yatırım yapan, sadece çok para kazanıp bu parayı başka yerlerde savuran değil, kazandığını Türkiye’de harcayan büyük bir iş adamı. Böyle bir adama şapka çıkarıp selam durulur.
Süper bir kalite, her verdiği sözü tutan bir adam ve bir de Türkeş Bey’in yanında. İstanbul’a da gerek ramazanda gerekse başka zamanlarda, yemeklerde yani sağında Üzeyir Bey oturursa solunda ben otururum. Daha başka bir büyüğümüz geldiyse Üzeyir Bey’in yanında otururum. Ama Üzeyir Bey mutlaka Türkeş Bey’in yanında oturur. Böyle belki 10 defa, 20 defa görüşme imkânımız, sohbet etme imkânlarımız oldu.
Şimdi onun dilinden Muhsin Bey bana bir şey anlattı. “Dün beni Üzeyir Bey ziyaret etti.” dedi, Ankara’da. Yarım saatten fazla. Bu ABD’nin ve bazı oradaki devletlerin projelerini Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ne âdeta yapılması gereken kutsal bir görevmiş gibi kabul ettirdiğini gördüm demiş. “Nedir o ağabey?” deyince, “İki partili sisteme doğru götürmek istiyorlar Türkiye’yi.” demiş. 2002 seçimlerinden önce konuşmuşlar.
Ben seçimden sonra bir araya gelip aynı partide buluştuğum için eski dönemlerini tanırım, ocak başkanlığını falan ama bu konuları konuşamazdık. Bunlar daha o zaman genç üniversite öğrencisi, biz biraz daha ilerideyiz. Dolayısıyla ben İstanbul’da olduğum için Muhsin Bey Ankara’da. Çok fazla bunları tartışacak imkân ve zemin de yok. Genel başkan olarak bunları söyledi ve ilgimi hemen arttırdım. Sonra işte bu “İkili parti sistemi içerisinde götürecekler.” meselesi. Çünkü çok karışanın, çok fikir ve görüş söyleyenin bulunduğu yerde işlerin ağır gittiğini, daha kolay idare edilebilen, ipek ipliklerle kolayca oynatılabilen, yani Karagöz-Hacivat oyunu gibi oynatılabilen bir idarenin içerisine Türkiye’nin sokulmasını istedikleri için buna zorluyorlar.
Evet, Türkiye özellikle sınır bölgelerindeki, serbest bölgelerdeki görevlendirmeler yabancı ülkelerin içimizdeki yabancı sayılanlara toprak aldırması için iş yaptırılması şeklinde hazırlık içerisinde olmalarından bahsetmiş. Sonra, dedim. Ben ilgi gösterince Muhsin Bey daha çok açıldı. Velhasıl, sonucunda bütün bu ikili parti sistemi ve bu köylerin mülk edinme, toprak alma benzeri hadiselerin, Türkiye ile İsrail arasında zaman içerisinde bir düşmanlığa ve Türkiye politikasının değişmeye mecbur kalacağını ve bundan da hem Türkiye adına hem İsrail adına endişeleri olduğundan bahsetti. “Siz ne düşünüyorsunuz?” dedi. Ben de ona dedim ki “Sizinle yarım saat civarında bir görüşme olmuş. Ben 1,5 saatten fazla bunu sorulu-cevaplı dinledim. Bunu bize anlatmak mecburiyetinde değildi Üzeyir Bey. Ne sana ne bana anlatmak mecburiyetindeydi.”
“Çünkü milletvekili bile olmayan küçücük bir parti. %1 civarında oy alsa sevinecek bir partide seni, beni kim niye bilgilendirsin. Demek ki bu konuları anlatabilecek kim vardır Türkiye’de deyince, bizi adam yerine koymuş oluyor.” dedim. Bu insan bizim için de kıymetli oluyor. Ben de bana anlattıklarının bütün teferruatını uzun uzun anlattım. “Hocam onu hiç söylemediniz.” dedi. “Sen açmazsan benim aklıma gelmezdi.” “Dolayısıyla ‘Filan bize şunu demişti.’ demek ayrı bir şey. Bunun zararlı olacağını konuşuyoruz da sen Üzeyir Bey’den bahsedince ben açılmak zorunda kaldım. İyi oldu. Birbirimizi tamamladık ve gördüğümüz şu; Üzeyir Bey, İsrail ve Türkiye arasındaki muhabbet, alışveriş devam etsin. Koruyucu bir hava olursa Museviler adına sevineceğini çünkü kendisinin de 13. Kabile dediğimiz Türk kökenli Musevilerden olduğunu…”
“Onun için, Türklük damarımızda, Musevilik geçmişimizde var. Şimdi hangi dinden olduğumu sormazsın.”, “Sormam.” dedim. Böyle bir hatıra da var. Bir muhabbet de var aramızda ve o günkü şartlarda da bir mecburiyet olmadıkça da ben komşularımla iyi geçineceğim ama İsrail ile de geçinmek faydalı olabilir ama İsrail’de olup bitenler ve bize karşı takındığı tavır çok incitici. O zaman onu diğerleriyle yan yana koyduğunuzda daha fazla dikkatle üzerinde durmak gerektiği konusunda bir mutabakatımız var. Kamuoyu da bu yönde ne söylersen onu hemen aleyhinde bir nevi hap gibi almaya müsait ama bu da tehlikeli. Sizin gibi doğru şeyler yapmaya namzet ve öyle farklı düşünen İsrail yönetiminden insanlar, aydın veya üniversite hocası, politikacı varsa bunlarla da teması kesmenin bir faydası yok. Çünkü birinci ağızdan alabileceğiniz bilgileri değerlendirmek başkalarının kulağınıza söylediğinden daha kıymetlidir. Politikada bu çok önemlidir. İstihbaratta da çok önemlidir.
O yüzden birbirimize baktık ve dedik ki Üzeyir Bey ile olan temasımızı, dostluğumuzu daha güvenli bir şekilde karşılıklı ifade etmekte fayda var. Çok güzel çalışmalar, çok güzel görüş alışverişleri oldu. Sonuç olarak, bununla ne kadar tehlikeli olacağını Garih bize söyledi. Biz de zaten aynı görüşteyiz. Garih ile görüşmeden evvel de biz aynı görüşteydik. Bu görüşler birleşince, bizim görüşlerimiz Üzeyir Bey’in görüşleriyle getirilip çakıştırılınca bir daha değerlendirme yaptık. Dedik ki böyle bir sistemde zaten İngiliz istihbaratçıları ve komutanları tarafından Kraliçe’ye sunulan raporlar var. Onların bir bölümünü de gördük. Onlardan birisi şuydu; yanlış hatırlamıyorsam