ESRARENGIZ KELIMELER. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу ESRARENGIZ KELIMELER - AYDIN ALMILA страница 6
Mert, kendisine yardım etmeye çalışan birine kötü davrandığını düşünerek ses tonunu yumuşattı. “Esrarengiz bir kitap!”
Kızın aniden gözleri parladı. “Öyle mi olduğunu düşünüyorsun gerçekten?”
“Tabii ki şaka yapıyorum. Eski, sıradan bir kitap işte.”
“Hiçbir kitap sıradan değildir. Her biri kendine özgüdür, özeldir. Örneğin; birinde okuduğun bir cümleye diğerinde rastlayamazsın. Kelimeler aynı olsa bile, anlatılanlar birbirinden farklıdır. Her kelime yanındakiyle değişir, güçlenir… Öyle işte…” Nedense alınmıştı.
Mert, “Notalar gibi…” diye mırıldandı, ama İdil onu duymadı. Gözlüğünü bir kenarından tutmuş yüzüne bastırıyordu. Üstelik daha iyi görebilmek için gözlerini de kısmış, kafenin diğer tarafına bakıyordu. Mert kızın yüzünün yavaş yavaş kızardığını fark etti.
İdil neredeyse burnundan soluyarak, “İnanamıyorum, burada!” deyip çantasını kaptığı gibi ayağa fırladı. “Yine beni izlemiş.”
Mert neler olup bittiğini anlayamamıştı. “Kim burada?” diyebildi.
İdil’in cevabı oldukça kısaydı: “Baş belası kuzinim!” Ardından uçarcasına kafeden çıktı.
4. Bölüm
İlginç Tesadüfler ve Karşılaşmalar
Mert canı sıkkın bir hâlde eve döndü. İdil niye öylesine öfkelenmişti ki? Bir kuzin ne denli baş belası olabilirdi?
Akşam yemeğinden sonra bilgisayarının başına geçti. Kulaklıklarını takıp bateri solo dinlerken, bir yandan da oyun oynamaya koyuldu. Ama bir türlü kendini oyuna veremiyordu. En sonunda kaybetmekten sıkılıp bıraktı. Aslında İdil’e itiraf etmese de, gerçekten biraz esrarengiz bulduğu kitabı alıp birkaç sayfasını karıştırdı. Ardından bilgisayarına 34342 diye tuşladı; tahmin ettiği gibi posta kodu olup olmadığını merak ediyordu.
Evet, yanılmamıştı! Öyle bir posta kodu vardı ve Bebek semtine aitti. Bu defa İdil’in masada bıraktığı, dizelerin yazılı olduğu kâğıdı eline aldı. İdil dizeler için, Tevfik Fikret’in bir şiirinden demişti.
Mert hızla bir şeyler yazdıktan sonra birkaç tuşa bastı. Karşısına çıkan bilgileri emin olmak için iki üç kez okudu. Gözlerini ekrandan ayırmadan düşünmeye koyuldu. Okudukları ilginç bir tesadüften ibaret olabilir miydi? Peki İdil başka ne demişti: Tuhaf! Haklı olabilir miydi?
Mert edindiği bilgiyi kızla paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Gerçi kafede, kitapla ilgili söyledikleri yüzünden İdil ona bozulmuş olabilirdi. Yine de hiç vakit kaybetmeden kızın blog’una girdi. Birkaç saniye sonra mesajını göndermişti bile:
“Acilen konuşmalıyız. ÖNEMLİ!”
Büyük harflerin İdil’in cevabını hızlandıracağını umuyordu. Sonraki birkaç dakika geçmek bilmedi.
Sonunda ekranda tek bir işaret belirdi: “?” Kendini işaretle ifade etmek, konuşmayı ve yazmayı seven birine uygun değildi. İdil niye böylesine alınmıştı ki?
Mert cevap olarak, ekran fotoğrafını çektiği sayfayı göndermekle yetindi. Kuracağı cümlelerden daha etkili olacağını düşünmüştü. Ve ışık hızıyla gelen cevap yanılmadığını gösterdi:
“Kitabın esrarengiz olduğunu artık gerçekten düşünüyor musun?”
“Esrarengiz olmasa bile, ilginç bir tesadüf!”
“İlginç ne kelime! Tevfik Fikret’in eskiden yaşadığı evin posta kodu 34342’ymiş. Sence kitap mesaj mı veriyor?”
“Bilmem.”
“Bunu bilmenin tek bir yolu var.”
“Neymiş o?”
“Gidip şairin müzeye dönüşen evini görmek.”
“Aşiyan’a mı gideceğiz?”
“Neden olmasın!”
“Nasıl gidildiğini bile bilmiyorum.”
“Öğrenmek için birkaç tuşa basman yetecektir. Yarın saat 8.00’de kütüphanenin önünde buluşalım.”
“Yarın cumartesi, uyumayı planlıyordum.”
İdil, Mert’in cevabını görmezden gelmişti.
“Kitabı getirmeyi unutayım deme sakın!”
Ertesi sabah Mert tam vaktinde kütüphanenin önündeydi. Ancak İdil ortalarda görünmüyordu. Bir süre öylece ayakta dikildikten sonra, üşümeye başlayınca içeri girdi. Yine girişi görebileceği masalardan birine oturdu. Beklemekten başka çaresi yoktu. Sık sık saatini kontrol ediyordu. İdil yarım saat gecikmişti bile. Onu pek iyi tanımıyordu, ama en azından dakik olduğunu anlamıştı. Gelmekten vazgeçmiş ya da uyuya kalmış olabilir miydi? Biraz daha bekler, sonra eve dönerim, diye aklından geçirdi.
Bu arada oyalanmak için sırt çantasından kitabı çıkarttı. Hem kütüphanede etrafa bakınarak öylece oturmak garip bir durumdu. Kitabı gelişigüzel karıştırmaya koyuldu. Tam arkasını çevirip son sayfasını açmıştı ki, kulağının dibinde bir ses duydu. “Öyle hemen kitabın sonunu okumak olmaz!”
Mert ister istemez irkildi. Kafasını kaldırıp Sarp’la göz göze gelince, yüzünü buruşturdu. Görmek isteyeceği en son kişiydi. Çocuk ise merakla Mert’in elindeki kitaba bakıyordu. Mert kitabı hızla kapatıp kolunu üstüne koydu. “Sonunu okuduğum yok!” diye karşılık verdi.
Sarp, Mert’i sinir etmeye kararlıydı. “Kütüphanedeki en ince kitabı mı aldın? Senden beklenen de budur! Bir de benim seçtiğim kitaba bak, adı Üç Silahşörler ve senin elindekinin en az dört katı kalınlığında…” Bir yandan gerçekten oldukça kalın olan kitabı, iki eliyle tutup salladı.
Mert bu ukalaya haddini bildirmek için dayanılmaz bir istek duydu. En azından Bilge Öğretmen’in sözlerini hatırlatabilirdi. Ancak o sırada İdil nefes nefese kapıdan içeri girdi. Mert’in yanına gelir gelmez, “Ne yapıyorsun burada? Hemen gidiyoruz.” diye azarlarcasına konuştu, sanki geç kalan kendisi değilmiş gibi… Sarp’ın varlığını fark etmemişti bile. Mert kitapla çantasını alıp ayağa kalkınca, “Bu taraftan…” diyerek, çocuğu neredeyse çekiştirdi. “Arka kapıdan çıkıyoruz.”
Mert, Sarp’tan kurtulduğu için memnundu. Sarp yüzünde sersem bir ifadeyle arkalarından bakakalmıştı. Diğer yandan İdil’e neler olup bittiğini sormak için de sabırsızlanıyordu.
Otobüs durağına varana dek, İdil sürekli etrafını kontrol ederek koşturdu. Duraktaki otobüse, numarasına bile bakmadan