ESRARENGIZ KELIMELER. AYDIN ALMILA

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ESRARENGIZ KELIMELER - AYDIN ALMILA страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
ESRARENGIZ KELIMELER - AYDIN ALMILA

Скачать книгу

hayret edersiniz’ gibi bir şeyler…”

      “Belki zararsız bir bunaktır.”

      “Belki…”

      Yeniden yürümeye koyuldular. Çok geçmeden İdil bu defa zınk diye durdu. Mert’in, “Yine ne var?” demesine kalmadan, gözlerini kısarak arkadaşına baktı. “Adamın ne dediğini tekrar eder misin?”

      Mert, “Yanımda değil miydin sen?” diye takıldı. Ancak hemen ardından yaşlı adamın sözlerini hatırladığı kadarıyla tekrarladı.

      İdil gözlerini bu defa kocaman açtı; gözlüğünün merceklerini delip geçecek gibiydiler. “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı. Önce hafiften bir rüzgâr esiyor… Orhan Veli Kanık’ın en çok bilinen şiirlerinden birinin ilk iki dizesi. Hiç duymamış olamazsın!” Heyecan içindeydi. “Hadi geri dönüp yaşlı adamı bulalım.”

      Mert, “Saçmalama!” diye itiraz etti. “Bulup da ne diyeceğiz adama?”

      “İstanbul’u dinlersek ne göreceğimizi sorarız.” İdil az önce oturdukları banka yönelmişti bile. Mert de çaresizce peşinden gitti.

      Bankın oraya geldiklerinde yaşlı adamdan eser yoktu. İdil, “Buralarda bir yerde olmalı.” dedi. “Elinde bastonuyla bu kadar kısa sürede ortadan kaybolamaz.”

      Hemen müzenin çevresine ve girişine göz attılar. Hatta girişteki birine, yaşlı adamı tarif ederek onu görüp görmediğini sordular. Yoktu. Sanki yer yarılıp içine girmişti.

      İdil’in omuzları çöktü. “Anlaşılan bulamayacağız.”

      Mert pek de üzülmüşe benzemiyordu. “Böylesi daha iyi.”

      İdil, “Peki şimdi duyacaklarına hazır mısın?” diye sordu. Mert’in cevap vermesine fırsat tanımadan cümleler bir çırpıda ağzından döküldü. “Burada bir de mezarlık olduğunu biliyor muydun? Aşiyan Mezarlığı. Orada pek çok şair, yazar, sanatçı yatıyor ve aralarından biri de Orhan Veli Kanık. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”

      Mert iyice şaşırmıştı. Belki de başka ilginç bir tesadüfle karşı karşıyaydılar. Diğer yandan bu ilginç tesadüflerin sayılarının artması, aslında tesadüf olmadıkları anlamına gelmez miydi?

      İdil parıldayan gözlerle bakıyordu. Mert, “O hâlde gidip bulalım bu mezarı.” dedi.

      Onca mezar taşının arasında, aradıklarını bulmaları hiç de kolay değildi. Üstelik her ikisi de bir an önce oradan uzaklaşmak için can atıyorlardı.

      Sonunda Mert, “Bu böyle olmayacak.” dedi. “Birinden yardım istemeliyiz.”

      İdil, “Kimden?” diye sormadan edemedi. Kollarını iki yana açtı. Etrafta sadece mezarlar vardı. “Burada kimden yardım istemeyi düşünüyorsun?”

      “Yakınlarda mutlaka bir görevli olmalı.”

      “Ben kimseyi görmüyorum.”

      “Girişe doğru gidelim, belki birine rastlarız.”

      Az sonra bir görevliyle değil, ama birkaç gençle karşılaştılar. Mert, “Orhan Veli Kanık’ın mezarı ne tarafta biliyor musunuz?” diye sordu.

      Aralarından biri, “İç taraflara doğru gidin.” diyerek, eliyle bir noktayı işaret etti. “Mezar taşı dikkatinizi çeker.”

      Gencin işaret ettiği yere vardıklarında, gerçekten de tarif edildiği gibi o dikkat çekici mezarı buldular. Taş, farklı yontulmuş, bilindik mezar taşlarına benzemeyen, kocaman bir kütleydi.

      “Eee, şimdi ne olacak? Gözlerimizi kapatıp İstanbul’u mu dinleyeceğiz?” Mert’in sorusu cevapsız kalmıştı. Mezarın bir köşesinde öylece dikilip durdular.

      Çok geçmeden, az önce karşılaştıkları grubu yeniden gördüler. Mezarı işaret eden genç yanlarına gelip, “Buldunuz demek.” dedi.

      Mert hafifçe başını salladı. “Bulduk, ama aradığımızın Orhan Veli Kanık’ın mezarı olup olmadığını bilmiyoruz aslında.”

      İdil birden, “İstanbul’u dinleyecektik…” dedi. Saçmaladığının farkındaydı.

      Genç, duydukları karşısında gülümsedi. “Orhan Veli’yle birlikte dinlemek isterseniz İstanbul’u, sahildeki parkta heykeli var. Yakın sayılır. Oraya gidin derim. Buradan daha canlı, hareketli bir yer!” Son cümleyi nedense sır verircesine, kısık sesle söylemişti.

      İdil bir yandan, “Teşekkür ederiz.” derken, diğer yandan başıyla Mert’e, gidelim, diye işaret etti. Ürpermişti; bir an önce kalabalığa karışmak istiyordu.

      İkisi hızlı adımlarla mezarlığın girişine doğru yürürlerken, genç arkalarından, “Korkutmak istememiştim.” diye seslendi.

      Sahil yoluna indiklerinde, İdil genci kastederek, “Pek yardımseverdi!” dedi.

      Mert, “En azından varlığından haberdar olmadığımız bir heykelin yerini söyledi.” diye karşılık verdi. Ne de olsa o gruba mezarın yerini soran kendisi olmuştu.

      Çiçekler ve yeşillikler arasındaki heykeli bulduklarında, İdil, “İstanbul’u dinlemek için uygun bir yer.” diye itiraf etti.

      Heykel, elinde sayfaları açık bir kitapla, kocaman bir taşın üstünde oturuyordu. Hemen arkasında yükselen diğer taşın üstünde ise beyaz bir martı heykeli göze çarpıyordu.

      İdil ve Mert herhangi bir ipucu bulmak umuduyla, heykeli ve çevresini incelemeye koyuldular.

      Mert, “Keşke ne aradığımızı bilseydik.” diye hayıflandı.

      “Bir not, işaret ya da şekil olabilir. Aklıma başka bir şey gelmiyor.”

      “Hey! Selam!” Her ikisi de arkalarından gelen sesle oldukları yerde korkuyla sıçradılar. İdil hafif bir çığlık bile savurdu. Ardından, soruyu kimin sorduğunu görünce korkusunun yerini öfke aldı. Ellerini beline dayayıp neredeyse hırlar gibi, “Sen… senin ne işin burada?” diye çıkıştı. Başını karşısındakine saldıracak bir boğa gibi hafifçe eğmişti. Saçları yüzünün tamamını kapatıyordu.

      Mert arkadaşının yüzünü göremese de burnundan soluduğunu tahmin edebiliyordu. Hatta İdil’in, kendisi gibi ufak tefek olan kıza gerçekten saldıracağını sandı.

      Oysa kız hiç de İdil’den korkmuşa benzemiyordu. Pişkin bir tavırla, “Size yardıma geldim.” diye şakıdı.

      “Senden yardım isteyen oldu mu? Hem bizi nasıl buldun? Sana izimi kaybettirdiğime eminim.”

      Kız aynı İdil gibi üstüne birkaç beden büyük gelen siyah paltosunu açıp boynundan sarkan ufacık dürbünü gösterdi. Dürbünün askısı, kahverengi uzun saçlarına ve boynuna birkaç kez sardığı atkıya dolanmıştı.

      Mert, kızın İdil’in

Скачать книгу