ESRARENGIZ KELIMELER. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу ESRARENGIZ KELIMELER - AYDIN ALMILA страница 7
Mert, İdil’in abarttığını düşünüyordu. “Taklitçi mi?” diye sordu. “Baş belası olduğunu sanıyordum!”
“Hem baş belası hem de taklitçi! Ben ne yaparsam o da aynısı yapmak ister. Benim blog’um olduğunu öğrenir öğrenmez, o da blog açtı. Ve bil bakalım ne yazıyor?”
“Kitaplarla ilgili yazılar mı?”
“Hem de ben hangi kitapla ilgili yazarsam, o da aynı kitabı yazıyor. Düpedüz taklit ediyor! Dün bizi kütüphanenin kafesinde elimizde kitapla gördü ya… Adını öğrenmek için yanıp tutuştuğuna eminim. Bütün derdi aynısını bulup okumak ve benden hızlı davranıp blog’una yazmak. Daha önce de denedi. Neredeyse başaracaktı da… Ben yokken eve gelip odamı karıştırmış, hangi kitabı okuduğumu öğrenmiş. Neyse ki durumu zamanında fark ettim. Saatlerce gözümü kırpmadan, o kitabı okuyup makalemi tamamladım.”
Mert sıkkın bir ifadeyle, “İşin zor görünüyor.” dedi. Gerçi hâlâ İdil’in abarttığını düşünüyordu. Sırt çantasına hafifçe vurdu. “Kitap emin ellerde… Hem adını öğrenmesi imkânsız, çünkü yok.”
İdil sesine gizemli bir hava verdi. “Belki bir eşi de yoktur.” Ardından, “Ama kuzinim bunu bilmiyor.” diye ekledi.
O sırada otobüs durağa yanaşmak üzereydi. İdil, “Burada inelim.” diyerek ayağa fırladı.
Doğru otobüse bindiklerinde artık sakinleşmişti. Yine de Aşiyan Müzesine varana dek, her taşıt değiştirdiklerinde etrafına şüpheli bakışlar atmaktan geri kalmadı.
Mert bu çılgın kuzinin dış görünüşünün neye benzediğini bilmiyordu. İdil kafeden apar topar çekip gittiği için, kim olduğunu göstermesini isteyememişti. Yoksa o da izlenip izlenmediklerini kontrol edebilirdi.
Müzeye giden yokuşu çıkmaya başlayınca, İdil sanki ne kuzinini ne de niye oraya geldiklerini hatırlıyordu. Hatta hiç konuşmadan, Mert’le birlikte hızlı adımlarla yürüyordu. Beyaz badanalı, kimi yerleri taşla örülü evin önüne vardıklarında, ikisinin de nefesi kesilmişti. Hem yorgunluktan hem de karşılarında uzanan Boğaz manzarasının güzelliğinden…
İdil, “Olağanüstü!” diye mırıldandı. Hava soğuktu soğuk olmasına ama gökyüzü bulutsuz ve pırıl pırıldı.
Mert sabırsızlandığını hissediyordu. “Sonra seyredersin.” dedi. “Manzara için gelmedik.”
“Evet, haklısın. Kitabın bizi niye buraya gönderdiğini öğrenmek için geldik.”
“Neden kitaptan canlı bir varlıkmış gibi söz ediyorsun? Altı çizili birkaç cümleyle birtakım sayıların, birbiriyle bağlantısı olduğunu düşünerek kendimiz geldik buraya, kitap göndermedi.”
İdil zaten zor bir sabah geçirmişti. Kuzinini atlatmak yeterince yorucu olmuştu. Bir de şimdi Mert’e laf anlatmakla uğraşacaktı. Yüzünde bezgin bir ifadeyle, “Cümle değil, dize!” dedi. “Hem bağlantıyı ortaya çıkaran da sendin! Ayrıca kitaptan canlı bir varlıkmış gibi söz etmiyorum. Ama yol göstermek konusunda kitapların üstüne yoktur. Kimi zaman beyaz badanalı bir evin yolunu gösterirler, kimi zaman ise hayatınla ilgili arayıp da bulamadığın yolu…”
Mert, İdil’in konuşurken ne kadar ciddi olduğunu fark etti. Ve nedense ufacık kız gözüne olduğundan daha büyük göründü. Konuştukça boyu uzayacak değildi ya!
“Affedersin! Kurduğum bağlantı birden gözüme çok saçma göründü.”
İdil omuzlarını silkti. “Saçma olsa ne fark eder? Güzel bir müzeyi ziyaret etmiş oluruz, fena mı?”
Tevfik Fikret’in bir zamanlar yaşadığı odaları, kulaklık yardımıyla bilgi aldıkları, rehber görevi gören bir cihazla dolaştılar. İdil haklıydı. Müze ziyareti hiç fena olmamıştı.
Yeniden dışarı çıktıklarında, öğle güneşi etrafı biraz olsun ısıtıyordu. Müzenin hemen alt kısmındaki banklardan birine oturdular. Hem az sayıda ziyaretçi olduğundan hem de şehrin gürültüsü oraya kadar ulaşamadığından, etraf sessizdi.
Mert sırf bir şey yapmış olmak için esrarengiz kitabı sırt çantasından çıkarttı. “Kitabın sahibinin, yani çarpıştığım adamın müzede çalıştığını bile düşündüm.” dedi. “Ama tel çerçeveli gözlüklü, siyah bıyıklı biri yoktu.”
İdil kütüphanenin kafesinde söylediğini tekrarladı. “Kitap sana kaldı demektir! Okumama izin verirsin herhâlde.”
Mert tam bir şey söyleyecekti ki, yanlarına elinde bastonuyla yaşlı bir adam oturdu. Neredeyse Mert’i itekleyerek bankta kendine yer açtı. “Merhaba gençler!” diye selamladı onları.
İkisi bir ağızdan, “Merhaba!” diye karşılık verdiler. Mert etrafta başka boş banklar varken, adamın niye yanlarına oturduğunu düşündüyse de sesini çıkartmadı.
Yaşlı adam, “Gençlerin müzeleri ziyaret ettiklerini görmek ne güzel!” diyerek gülümsedi. Kelimelere takırtılar karışmıştı. Mert, adamın takma dişlerinin konuşurken kucağına düşeceklerinden korktu.
Yaşlı adam, “Hele kitap okuyan gençleri görmek daha da güzel!” diye devam etti, takırtılar eşliğinde. O sırada esen rüzgâr, kafasının kel kısmını kapatmak için bir tarafa doğru taradığı saç tutamını savurdu. Bu durumu hiç umursamadan, kahverengi yaşlılık lekeleriyle dolu olan elini Mert’e uzattı. “Bakabilir miyim kitaba?” diye sordu.
Mert kabalık etmemek için kitabı verdi.
Yaşlı adam, “Bakalım adı neymiş?” diye kendi kendine konuşarak, kapağını kaldırdı. Bu arada kitabı daha rahat karıştırmak için, bastonunu bankın kenarına dayamıştı.
Mert, “Adının yazılı olduğu sayfalar kopuk.” diye açıkladı.
Yaşlı adam, “Yazık!” diye karşılık verdi. “Oysa insan okuduğu kitabın adını bilmeli.”
İdil, “Biz ona esrarengiz kitap diyoruz.” diye atıldı.
Yaşlı adam kitabı geri verirken, Mert’in gözlerinin içine bakıp dudak büktü. “Esrarengiz ha! Oysa her kitabın kendine yaraşır bir adı olmalı. Önce gerçekten esrarengiz mi, onu keşfetmeli. Sonra belki uygun bir ad bulunur.”
Mert ürperdiğini hissetti. Başıyla onaylamakla yetindi. “İyi günler!” diyerek ayağa kalktı. Arkadaşının hareketine bir anlam veremeyen İdil onu takip etti.
Yaşlı adam, “Size de evladım, size de iyi günler!” diye karşılık verdi. “Ben zaten buraya sohbete değil, hafiften esen rüzgâr eşliğinde, gözlerimi kapatıp İstanbul’u dinlemeye geldim. Aslında siz de öyle yapmalısınız. Gözlerinizi kapatıp İstanbul’u dinlerseniz, göreceklerinize hayret edersiniz.”
Çıktıkları yokuşu gerisin geriye inmeye henüz başlamışlardı ki İdil durdu. “Niye öyle birden kalkıp gittiğimizi söyler misin? Ne güzel dinleniyorduk.”