Eğer Beni Ararsan. Alba Arikha
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Eğer Beni Ararsan - Alba Arikha страница 11
“Adın ne?” diye soruyorum.
“Claire Betts,” diye yanıtlıyor ölgün bir sesle. “Bir hafta içinde Aden’e gidecektik. Yeni bir hayata başlamaya. Ölmeye değil.”
Dizlerinin üstüne yığılıp yüzünü elleriyle örtüyor, onu bağrıma basıyorum ve haykırarak ağlamaya başlıyor, duramıyor; boynunda zarif bir inci kolye var, dizlerinin üstünde feryat figan ağlıyor ve şimdi ben de ona katılıyorum – onun için, James için, annemle babam için, ölümün karası için, James’in ölmeden son defa gördüğü Claire’in elbisesinin soluk yeşili için ağlıyorum.
Şimdi sağlık ekipleri ve polisler her yerde. Claire’i ayağa kaldırıyorlar. Biri James’in yüzünü bir battaniyeyle örtüyor. Claire uzaklaşırken arkasına dönüyor, sanki bir şey söylemek istercesine bakıyor bana. Sonra kara duman bulutunun, yanık kokusunun ve tozun içinde yitip gidiyor.
Güneş inanılmaz kızgın, inanılmaz ağır. Eve nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Belki birisi bırakmıştır beni. Acaba yerden kalkmama yardımcı olan adam mı? Başım öylesine şiddetli bir şekilde zonkluyor ki önümü zor görüyorum. Yataktayım. Mordechai’la Sonia beni görmeye gelmişler. Bana yemek yediriyorlar, göz kulak oluyorlar. Fakat ışık gözlerimi acıtıyor. Sıcak dayanılmaz. Birkaç kez kusuyorum. Sonra uyuyakalıyorum. Şafakta Eski Şehir’in duvarları ardından yükselen ezan sesiyle uyanıyorum.
Ertesi gün Mordechai mutfakta beni karşısına oturtuyor. “Ezra geri dönmeyecek,” diyor. Sonra nedenini açıklıyor. Ezra’yla Shlomo’nun neler yaptığını biliyor. Ağabeyi anlatmış ona. Irgun üyelerinin çoğu hakkında bilgisi var, çünkü ağabeyi dört yıldır İngiliz istihbaratıyla işbirliği içinde çalışarak İngilizlerin ülkedeki radikal örgütlenmelerin izini sürmesine yardımcı oluyormuş. Ezra Irgun’un tepesindeki ikinci isimmiş ve örgütün beyniymiş.
“Ne?” diye kalakalıyorum nefesim kesilerek. “Beyni mi?”
“Evet,” diyor Mordechai. “Ağabeyim bu olay olmadan önce Ezra’yla arkadaşlarını yakalamaya çok yaklaşmıştı. Ciddi bir darbe vuracaktı örgüte. Yüz elli, iki yüz örgüt mensubunu tutuklamayı başarmışlar da duyduğuma göre. Hepsi de Rafiah Hapishanesi’nde. Ama Ezra’yı istiyorlar. Shlomo’yu tutuklamışlar ama asıl istedikleri Ezra. Shlomo da onu ele vermiyor.”
Uzunca bir süre konuşamıyorum. Mordechai’ın sözleri boğazıma bir yumru gibi oturdu. Hızlı hızlı soluduğumu duyabiliyorum.
“Bunları benden duymak zorunda kaldığın için üzgünüm,” diyor Mordechai elimi şefkatle sıkarak, “ama bilmen gerektiğini düşündüm.”
“Hayfa’ya hiç gitmedi,” diye mırıldanıyorum nihayet. “Hep buradaydı… Bana tekrar tekrar yalan söyledi. İngilizler için değil, onlara karşı çalışıyordu…”
Mordechai yavaşça başını sallıyor. “Bir tek o da değil. Şu anda bu ülkede herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor. Kimseye güvenemezsin.”
“Sana bile mi?”
Gülümsüyor. “Sanırım öyle, evet. Bana bile. Ama ben iyilerin tarafındayım,” diye eklemekte gecikmiyor.
Sessizliğe gömülüyorum.
“Neden yaptı sence?” diye sormayı başarıyorum sonunda.
Mordechai gömlek cebinden bir paket sigara çıkarıp birini yakıyor. “Kara Şabat saldırılarına misilleme olarak,” diyor dumanı uzağa üflerken. “O ve arkadaşları İngilizleri onların canını en çok yakacak yerden vurmak istediler. Ellerini korkak da alıştırmadılar. Yedi süt güğümünün içine gizlenmiş TNT kullandılar, güğüm başına elli kilo patlayıcı. Sudanlı bir garson kılığına girip minibüsü kullanan ve otelden ayrılmadan güğümleri restoranın bodrum katındaki mutfağa yerleştiren Ezra’ydı. Bomba öğlen 12.37’de patladı. Oteli bombaların patlamak üzere olduğuna dair uyarmak için resepsiyona üç kez telefon edildi. Ağabeyimle adamlarının çözemediği tek muamma otelin bu telefonları neden kulak ardı ettiği. Ama bu meseleye daha sonra eğilirler. Şu anda önemli olan Ezra’yı ve fanatik yoldaşlarını yakalamak.”
Mordechai sigarasını bitiriyor ve nikotinden sararmış parmağının ucuyla kuvvetle ezip söndürüyor. “Ölü sayısı doksana yaklaşıyor.” Başını kaldırıp bana bakıyor. “Şu anda İngiliz Mandası’nın son günlerine tanık oluyoruz, bu dediğimi yaz bir kenara. Irgun mücadelesini kazandı. Filistin bundan böyle kendi kaderine terk edilecek.”
Söylediği her şey beni derinden sarsıyor. Bunu nasıl göremedim? Nasıl bu kadar saf olabildim? Ezra’yı seviyordum da ondan. Ona olan aşkım gözümü kör etmişti. Ona lanet okuyorum. Şimdi nefret ediyorum ondan. Utanıyorum. Kendimden utanıyorum. James Betts’in imgesi zihnimde süzülüp duruyor. Yerde yatan bedeni. Karısının kapalı gözkapaklarını öpüşü. O kadını bulmak ve bildiklerimi anlatmak istiyorum. Onu bulmak ve ne kadar üzgün olduğumu söylemek istiyorum.
“Bir kadın vardı,” diyorum Mordechai’a. “Adı Claire Betts’ti, yıkıntıların içinde, kocasının başında ona son bir veda öpücüğü verirken gördüm onu. Yürek parçalayıcıydı.”
Mordechai başını sallıyor. “Korkunç. Çok üzgünüm. O kadın için, bizim için, İngiltere için.”
Derken bir şey dank ediyor kafama. “Ağabeyin bütün bunları bana anlattığını biliyor mu? Ezra hakkındaki gerçekleri nasıl öğrenmiş peki?”
“Bir muhbiri varmış ve evet, biliyor.”
“Kimmiş muhbiri?”
Bir