Anadolu Uygarlıkları. Oğuzhan Karadirek
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Anadolu Uygarlıkları - Oğuzhan Karadirek страница 8
Beslenmenin neolitik dönemde atılan temelleri, kalkolitik çağda iyice geliştirilmiştir ve maden çağına geçildiğinde artık insanların beslenme alışkanlıkları iyice oturmuştur. Bu çağda yaşayan topluluklar için amaç, daha çok hayvan ve daha çok tarımsal arazi elde etmek ve güçlü şehir devletleri kurmanın temelini sağlayan madenlere sahip olmaktı.
4. Ticaretin Ataları: Tunç Çağında Asurlular ve Kolonileri
Günümüzde koloni kavramı “sömürü” olarak düşünülse de Asur ticaret kolonileri tanımlamasındaki “koloni” kavramı, bu kelimenin diğer anlamı olan “göçmen toplulukları ya da dışarıdan gelen toplulukları” ifade etmek için kullanılmaktadır. Belki de kafaların karışmaması için “Anadolu’da kurulan Asur ticaret merkezleri” demek daha doğru olacaktır.
Peki, nedir bu ticaret merkezleri?
MÖ 1950-1750 yılları arasındaki 200 yıllık süreçte, Mezopotamya bölgesinde yaşayan Asurlular, hem bölgelerinden temin edemedikleri doğal kaynakları dışarıdan almak hem de para kazanmak için Anadolu toprakları sınırlarına gelmişlerdir. Hemen şunu eklemekte fayda var: Mezopotamya coğrafyasına kıyasla Anadolu toprakları oldukça zengin topraklardı. Sadece Asurlar değil, MÖ 2254-2218 yıllarında Akad Kralı Sargon ve torunu Naram Sin de Anadolu zenginliklerini elde etmek için yoğun çaba göstermiştir ve Toros Dağları’na kadar ilerlemişlerdir.
Öyleyse Anadolu’da olup da Mezopotamya’da olmayan şey neydi?
Başta maden geliyordu. Bakır, altın, gümüş gibi değerli madenlerin yanında kereste, mermer, obsidyen önemli maddelerdi. Tabii Asurlu tüccarlar takas usulü karşılığında kalay, dokuma eşyalar ve süs eşyaları getiriyorlardı.
Asur ülkesinden gelen tüccarların, satışlarını karum ve vabartum adı verilen yerleşimlerde yapmaları gerekiyordu. Bu satışları yapmaları için öncelikle şehir devletlerinin başında yer alan kraldan izin almaları zorunluydu. Kralın belirleyeceği vergi miktarı sonrasında, Asurlu tüccarlar karum ya da vabartumda satış yapmaya hak kazanıyordu.
Asurlu tüccarlar, krala verdikleri vergi sonrasında şehirlerin dışındaki pazar yerlerine tezgâh kurup satış yapabiliyorlardı. İşte bu pazar yerlerine karum deniyordu ama karumları sadece bir tezgâh ve tezgâhın üzerinde sergilenen malların bulunduğu alanlar olarak düşünmeyin; evlerin ve sokakların, arşivlerin, aklınıza gelebilecek her şeyin olduğu yerlerdi karumlar. Vabartumlar ise ticaret yolları üzerinde bulunan ve yine krala verilen vergi sonrasında satış yapılabilen daha küçük yerlerdi.
Anadolu’nun en önemli karum yerleşimlerinden olan Kaniş-Karum merkezine ürünlerinizi satmak için gelecekseniz izleyeceğiniz üç yol vardı. Bunlardan birincisi, Dicle kıyısını izleyerek ilerleyeceğiniz Diyarbakır-Malatya-Darende-Gürün-Pınarbaşı yoludur. İkincisi, yine Asur sınırlarından başlayarak Dicle kıyısından devam eden güzergâh, yani Gezire-Harran-Urfa-Birecik-Antep-Gülek Boğazı yolu. Üçüncüsü ise Antep’e kadar devam eden, Pazarcık-Kahramanmaraş-Kussuk Beli-Elbistan-Sarız-Kuruçay Beli-Pazarviran istikametinden ilerleyen ve Erciyes Dağı üzerinden giden yoldur.
Belki aklınıza Asurlu tüccarların mallarını götürmek için kervanlarında develer kullandıkları gelecektir fakat esasında mallarını eşeklerine yüklerler ve yol güvenliği için tüm yolu köpekleriyle beraber katederlerdi.
Asur ticaret merkezlerinde sadece maddi değil kültürel alışverişin de olduğu dönemde Asurlu tüccarlar, yerli kadınlarla evlenebiliyorlardı. Yerli kadın tüccarların sıklıkla köle ticareti yaptığı ve Asurlu tüccarların, topraklarına kölelerle döndükleri bilinmektedir. Ayrıca bu kültürel alışverişler sırasında, Anadolu toprakları ilk defa Asurlular sayesinde yazıyla tanışmıştı. Yine bu dönemde çömlekçi çarkının kullanımı da artmış oldu.
Bulunan kil tabletlerde yapılan analizler sonucunda, Anadolu’da kırktan fazla karum ve vabartum olduğu tespit edilmiştir.
Bunlardan en önemlileri Kültepe, Acemhöyük, Alişar, İnandıktepe, Kuşsaray ve Alalah’tır.
Anadolu halkları ve Asurlular arasında 200 yıllık ticari ve kültürel alışverişin sonunu elbette Hititler getirmişti.
5. Ticaretle Doğan Kültür Alışverişi
Bazen bu dönemlerde, insanların dışa kapalı ve kendi içlerinde bir hayat sürdüklerini düşünebiliriz fakat coğrafi faktörler ve hammadde ihtiyacı, toplu halde yaşayan bu grupları sürekli arayışa sokmuştur. İhtiyaç duydukları şeyleri kimi zaman doğrudan kendileri üretmişler, kimi zaman da farklı coğrafyalardan tanıdıkları topluluklardan temin etmişlerdir.
Bugün Türkiye-Suriye sınırı yakınında yer alan Tell Halaf ve çevresinde bulunan Sabi Abyad, Tell Boueid, Mezra-Teleiat höyükleri, Halaf kültürünün temellerini oluşturmaktadır. Kalkolitik çağ süresi boyunca MÖ 6000-5900 yıllarına uzanan Halaf kültürü, Anadolu coğrafyasında da etkisini göstermiştir. Halaf kültürü, Doğu Anadolu bölgesinden Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgesine kadar tüm coğrafyayı etkisi altına almıştır.
Van’da bulunan Tilkitepe’nin yoğun bir obsidyen merkezi olması ve obsidyene duyulan ihtiyaç sebebiyle, buradaki kültürle sürekli etkileşim halinde olunduğu bilinmektedir. Ayrıca Doğu Akdeniz bölgesindeki Yumuktepe Höyüğü’nde ve Tarsus bölgesinde de Halaf kültür izleri mevcuttur, bu kültürün izlerine dair en yoğun buluntular ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndedir.
Peki, bu yayılımın olduğunu biz nereden anlıyoruz? Halaf kültürünün özellikleri içinde boyalı ve geometrik desenli, hayvansal figürlü çömlekler başta gelmektedir. Yapılan çalışmalarda da bahsedilen bölgelerde benzer çanak çömlek buluntularının çıkması, bu bölgelerde Halaf kültüründen esintiler olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ayrıca bu kültüre dair izler, dairesel planlı kerpiç evlerde de kendini göstermiştir; Yunus Höyük, Coba Höyük, Kurban Höyük ve Nevali Çori’deki yerleşimlerde de bu kültürün izleri bulunmaktadır.
Geç neolitik dönem ile erken kalkolitik dönem arasında yaşanan bu kültür ve ticaret süreci tam iki yüz yıl sürmüştür.
MÖ 5900-4300 yıllarına tarihlenen Obeyd kültürü, Güney Mezopotamya topraklarında başlayarak kuzeye doğru ilerlemiştir. Obeyd ismi, ilk incelemelerin Tell El Ubaid Höyüğü’nde yapılması sebebiyle konmuştur fakat daha sonra araştırmacılar, çalışmalardan elde edilen verilere göre, bu kültürün daha da eskiye dayandığı yorumunu yapmıştır.
Obeyd kültüründe artık toplumsal düzende bir sistem oluşturulmuş ve sınıflar arası farklılıklar oluşmaya başlamıştır; bu dönem, kent-devlet olgusunun temellerinin atıldığı dönem olmuştur. Yapılar yer yer iki katlı inşa edilmiş, tapınaklar ortaya çıkmış ve kentlerin çevresi kerpiç duvarlarla