Eleştiri Yazıları. Sağat Aşimbayev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eleştiri Yazıları - Sağat Aşimbayev страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Eleştiri Yazıları - Sağat Aşimbayev

Скачать книгу

oluyor. Umumen Medetbekov’un kuşağının yetenekli bir temsilcisi olduğunu söylememiz gerektir.

      Bu kısa makalede Kazak şiirinin tabii devamı sayılan dördüncü kuşağın bazı temsilcilerine dair kısa değerlendirmelerde bulunduk. Bu kuşağın güçlü bir kuşak olduğu açıktır.

1969

      Büyük Yazarın Uzun Soluğu

      Kazak hikâyeciliğinin son yıllarda katettiği gelişme, ulaştığı bedii seviye söz konusu olduğunda ilk önce tecrübeli yazarımız Ğabiyt Müsirepov’un ismini anarız. Bu elbette sebepsiz değildir. Çünkü bugün Kazak hikâyesinin durumu ve gidişatı, onun ismiyle doğrudan bağlantılıdır.

      Kazak hikâyeciliği tarihinde B. Maylin ile M. Avezov ne kadar önemli ise Ğ. Müsirepov da o kadar önemlidir demek yanlış olmaz. Nitekim Müsirepov “Yassı Burun”12 hikâyesi vasıtasıyla bütün sanatkârlık gücüne sahip bulunduğunu ve eşi bulunmaz bir usta olduğunu göstermiştir. Yazar bu hikâyede devrin gerçekliğini çok küçük ayrıntılarla süsleyerek sosyal psikolojiyi açık bir şekilde ortaya koyabilmiştir.

      “Rastlanılmayan Bir Kişilik” adlı kitabı yazarın tamamıyla olgunlaşmış ve zirveye ulaşmış sanat gücünü yeni yönleriyle ortaya koydu.

      Müsirepov’un adı geçen kitabını okurken E. Hemingway’ın ünlü Buzdağı Kuramı’nı hatırlamamak mümkün değildir. “Buzdağının hareketini etkileyiciliği, yalnızca sekizde birinin su yüzünde olmasındadır.” (s. 186, c. 2, 1966). Bu, yazarın sanat gücünün sanatkârane bir biçimde ifadesidir. Hemingway, gerçek düşüncesinin yalnızca bir ucunu elinize tutuşturmaktadır.

      Ğ. Müsirepov’un söz konusu kitabı, Kazak edebiyatında kıtlığı çekilen bedii renkleri bir araya toplama tecrübesi, düşünceyi simgeleştirme yoluyla verme denemesinin bir yemişi gibidir. Zamanın ilerlemesine, estetik zevkimizin değişmesine bağlı olarak düşünceyi meydana çıkarmanın bir yöntemi olan simgeleştirmenin kullanılması çok tabiidir.

      Yayımlanır yayımlanmaz kitap hakkında bazı değerlendirmeler yapılmıştı. Ancak bir mesele unutulmuş gibidir. Yazarın başarısı büyük övgülerle dile getirilirken bu başarıya ulaşma sırrı hiç gündeme getirilmemektedir. Ğ. Müsirepov’un kaleminden çıkan karmaşık ve renkli desenlerin anlamını ve farkını ortaya çıkarma gayretlerinin şimdilik çok az olduğunu belirtmek lazımdır.

      Ğ. Müsirepov’un yeni hikâyelerinin dikkat çeken, hoşa giden yanları, simgelik ve romantik unsurların tam bir iç içe geçmişliği ve kaynaşmasının bir sonucudur. Bu da bugünkü hikâyeciliğimizin eksik yönlerinden biridir.

      Simgeleştirme ana düşünceyi belirsizleştirme ve bir nevi gizleyerek söylemek demektir. Diğer bir ifadeyle, estetik zevki gelişmiş günümüz okurlarına ekmeği çiğneyerek vermek mümkün değildir ilkesini benimsemek yani söyleyeceğiniz şeyi hazır bir şekilde ellerine tutuşturmaktan kaçınmak demektir. Buradaki “kaçmak”yı “soyutlayarak anlaşılmazlaştırma” ile karıştırmamak lazımdır.

      A. P. Çehov’un şu düşüncesi değerini hâlâ korumaktadır. “Yazar meseleyi çözmek değil doğru ortaya koymak zorundadır. Yani meselenin çözümü değil doğru dürüst anlatılması esastır. Sanatkâra gerekli olan da budur.” (c. 14, s. 203, 149).

      Ğ. Müsirepov’un söz konusu ettiğimiz hikâyelerinde bu durum hâkimdir. Hikâyelerde hiçbir meselenin çözülmediği görülür. Yazar, ele aldığı sorunun çözümünü elinize tutuşturuvermiyor. Sonucu sessizce kendiniz arıyorsunuz. Bunun da yazara hiçbir zararı olmadığı hatta birçok yararı olduğu açıktır.

      “Kokmuş ete tuz kâr etmez, anlamayana söz kâr etmez.” diye bir söz vardır. Edebiyatta im yani işaret ile de çok şey anlatmak mümkündür. Mesela Ğ. Müsirepov’un “Kurdu Öldüren Hangisi?” hikâyesinde konyağın dökülmesi boşuna değildir, bu yerle bir olan onurun simgelik ayrıntısıdır.

      Beklediklerinden fazla “ganimet” elde eden üç avcı dinlenmektedir. Hepsinin de kulağı kiriştedir. Bu hâllerine bakılırsa hâlâ bir şeyler ümit ettikleri çok açıktır. Birden bir hışırtı duyuldu. Avcılar dönüp bakıverdiler. İki oğlanı peşine takmış bir ana sayga su içmeye geliyor. Üç avcının o andaki ruh hâli hikâyede şöyle verilmiştir:

      “– Aha, elik, diyen bilim adamı, gazeteden yayılmış sofranın üstüne pusuverdi. Boynu kıvrılmış, gözleri “elik” diye bağırılan tarafa dikilivermiş.

      – Elik değil, ceylan deyip bakan da pusuverdi. Onun da kâsesi yan yattı ve konyağı dökülmeye başladı.

      Hiçbir şey görmemiş olmama rağmen ben de pustum. Benim konyağım da dökülmekte…”

      İlk bakıldığında bu sahnede fazla sözler ve cümleler var gibi görünüyor. Üç kez dökülen konyak ile yazar ne söylemek istiyor sorusu akla geliyor. Erguvani konyak, sayga yavrusunun ecelini simgelemektedir. Bu şekilde kurdun sağ kalması ama buna karşılık elik yavrusunun öldürülmesi anlatılmaktadır.

      Aynı şekilde “Kartal Yırı”nda da ele alınan ahlaki mesele imler ve simgeler vasıtasıyla anlatılmıştır. Bu hikâyede de yazarın ne anlatmak istediğini bir anda anlamak zordur. Ancak derinlerden hareket eden düşünce akışını takip edince yazarın amacını anlamamak da mümkün değildir.

      “Akranlar, oyununuza ve düşüncenize bakıyorum… Yüksek uçarsanız sevinirsiniz, alçak uçarsanız yine kendiniz yerinirsiniz… Ben de sevinmiş ve yerinmiş bir büyüğünüzüm. Bazen hevesleniyorum, bazen de sıkılıyorum… Kendim uçarak ulaşamadığım zirveyi size bırakıyorum. Kendiniz gökte, düşünceniz yerde olacağına kendiniz yerde, düşünceniz gökte olsun, canım! Yüksek denen neymiş, alçak denen neymiş, o vakit anlarsın.” (s. 110) “Kartal Yırı”ndan kartalın ağzından dile getirilen simgelik düşünce budur. Dışarıdan bakılınca hikâyenin, kartalların hayatını anlattığı zannedilir. Aslında hikâye, insan ilişkilerini, iyi işler ile kötü işleri ele almaktadır.

      Romantizm de eserde bulunması gereken temel bileşenlerden biridir. Romantizm esere ayrı bir güç, coşku ve hareket bahşeder. Bununla alakalı olarak Ğ. Müsirepov şunları yazmıştır: “Bizde romantizmin anlamını anlamama, onu sosyalist realizmin karşısına koyma ve sürekli kötü bir akım gibi gösterme hastalığı vardır.” (28 Mart 1968, Kazak Edebiyatı)

      Devrim ruhuna sahip romantizmi sosyalist realizmin karşıtı gibi göstermenin hiçbir mantığı yoktur. Nitekim M. Gorki de “Devrimci romantizm dediğimiz şey gerçekte sosyalist realizmin takma adıdır.” demiştir. (s. 159, c. 27, 1958).

      Bu düşünceleri dile getiren büyük yazarın hikâyeleri, gücünü devrimci romantizmden değil de neden almaktadır?

      Romantizm, hikâyeyi kanatlandıran etkenlerden biridir. Kazak hikâyeciliğine romantizmi getirenlerden söz ederken Ğ. Müsirepov’un ismini ilk başta zikretmek lazımdır. Nitekim onun hikâyelerinin güzelliği de romantizm ruhuyla doğrudan ilintilidir. “Japon Baladı” eserinde Taş’ı, Sırt’ı, Göz’ü konuşturması da alışılmış bir durum değildir ancak romantizmin gerçek bir tezahürüdür. Yazarın Hiroşima gerçeğini başka bir yöntemle

Скачать книгу


<p>12</p>

Deyim olarak “domuz” anlamında kullanılmıştır. (Çev)