Özbek Edebiyatı Yazıları. Karakaş Şuayip

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Özbek Edebiyatı Yazıları - Karakaş Şuayip страница 37

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Özbek Edebiyatı Yazıları - Karakaş Şuayip

Скачать книгу

tamamen sanat faaliyetlerine vermiştir. Önce gazete ve dergilerde, sonra kitap hâlinde yayımlanan şiirlerini “Uyganış”(1922), “Bulaklar”(1924) ve “Tan Sırları”(1926) adlı eserlerinde toplamıştır.

      Çolpan, Türkistan Özbek şiirine yepyeni, tabiî ve lirik bir duyuş tarzı getiren bu eserleriyle, 20. yüzyılda eser veren Sovyet şairleri de dâhil olmak üzere bütün Özbek şair ve yazarlarını etkilemiştir. Onun bu etkisi, günümüz Özbek edebiyatında eserler veren genç şairler üzerinde hâlâ tesirini devam ettirmektedir. Çolpan’ın millî sembolizmin örnekleri olarak kabul edilen eserleri, aynı zamanda dönemin sosyalist proleter edebiyat taraftarları ile Marksist eleştirmenlerin de şiddetli tepkisini çeker. Gazete ve dergilerde aleyhinde şiddetli tenkit yazıları yayımlanır. Bu eserlerinden dolayı Çolpan, “millî burjuvaziye hizmet etmek, milletçilik(milliyetçilik) yapmak, Sovyet sistemine ve millî ve dinî değerleri inkâr eden sovyet ideolojisine itibar etmemek”le suçlanır.

      Bilhassa 1927 yılından itibaren hakkındaki suçlamalar artar. Devamlı gözaltında bulundurulur, birkaç defa kısa süreli olmak üzere hapsedilir, böylece kendisine gözdağı verilmek istenir. Şiir yazması yasaklanır. Kendisine hiçbir yerde iş verilmez, âdeta açlığa mahkûm edilir. Kısa sürelerle liselerde edebiyat öğretmeni olarak çalışır. Tercüme faaliyetlerinden kazandığı para ile hayatını sürdürmeye çalışır. Bu dönemde Shakespeare’in “Hamlet”ini, meşhur Rus şairi Puşkin’in “Dubrovski” adlı manzumesi ile “Boris Godunov” adlı tiyatro eserini, Maksim Gorki’nin “Ana” adlı romanını Özbek Türkçesine tercüme eder. Yine bu sıkıntılı dönemde, duygu ve hayallerinden çok etkilendiği büyük Hint şairi Rabindranat Tagor’u da ilk defa Tükistan’da tanıtır.

      Çolpan, 1930’lu yıllarda birçok defa sorguya çekilir. 1932 yılında Rus Sovyet yazarı Maksim Gorki’nin başkanlığında toplanan I. Sovyetler Birliği Yazarlar Kurultayında ilân edilen karar gereği sovyet ideolojisine ve Komünist Partisine hizmet etmeyen hiçbir eser, edebiyat eseri sayılmaz ve yayımlanmaz. Bu tür eserlerin sahibi olan şair ve yazarlar da “halk düşmanı” (vatan haini) ilân edilirler. Gazete ve dergilerde, bu sanatkârları aşağılamak ve halkın gözünden düşürmek maksadıyla kampanya başlatılır. Tutuklamalar başlar. Çolpan da 1934’de açık bir şekilde Özbek milliyetçiliği yapmak ve Özbek halkının sovyetleştirilmesine engel olmak suçundan dolayı tutuklanır. Bir süre sonra serbest bırakılır. Tüm baskı ve tehditlere rağmen fikirlerinden taviz vermez, haysiyet sahibi bir şair olduğunu gösterir. Nihayet 13 Haziran 1937 tarihinde “Millî İttihad” adında, Sovyet inkılâbına karşı gizli bir teşkilâtın üyesi olmak suçundan dolayı yeniden tutuklanır. On altı ay devam eden tutukluluğu sırasında, sovyet ideolojisini benimsemedikleri için tutuklanan Abdurrauf Fıtrat, Abdullah Kâdirî, Atacan Hâşim, Gazi Âlim Yunusoğlu gibi millî şair ve yazarlarla birlikte çok ağır hakaret ve işkencelere maruz kalır.

      Sorgulamalar sırasında, Millî İttihad teşkilâtına üye olmak ve sovyet rejimi aleyhinde faaliyetlerde bulunmak, Türkistan’ın istiklâli için savaşmak, Korbaşı/Basmacı millî istiklâl hareketini desteklemek, Sovyet hükûmetini aldatmak, Türkperestlik (Türkçülük) teşkilâtının liderleri kabul edilen Feyzullah Hocayev ve Turar Rıskulov’un çevresinde faaliyetlerde bulunmak, şiirlerinde Sovyet ihtilâline karşı milliyetçiliği methederek göklere çıkarmak, sovyet rejimini yıkmak üzere dış güçlerle işbirliği yapmak ve gençlere milliyetçilik ruhu aşılamakla suçlanır.

      Ve nihayet tam yetmiş beş yıl önce, 1938 yılı Ekim ayının 4’ünü 5’ine bağlayan gece, Taşkent hapishanesinin avlu kapısından çıkan kapalı kamyonlar, toprak yolun geceden daha karanlık toz bulutu içinde şehrin kuzey-doğusuna doğru homurdanarak yol alırlar. Kimleri, nereye, niçin götürdükleri bilinmeyen bu kamyonlar, saatlerce yol aldıktan sonra, nihayet köpek ulumaları arasında bir köyün çıkışından kıvrılarak bir tepeye tırmanır. Burası harman yeri gibi düzlük bir yerdir. Vakitse, gece yarısını çoktan geçmiştir. Halka hâlinde sıralanan kamyonların ışıkları ortadaki meydanı gündüz gibi aydınlatmaktadır. Ardından, kaç kişi oldukları bugün bile meçhul olan paçavralar içindeki, dayak ve işkenceden çökmüş, ölmekten beter hâle getirilmiş bir bölük talihsiz adam kamyonlardan indirilir.

      Kamyonların ışığı altında hakaretlerle meydanın ortasına sürüklenen bu talihsiz insanlara ellerine tutuşturulan kazma-küreklerle birer çukur açmaları emredilir. Tutuklandıkları tarihten iki yıl sonra ilk defa zindan dışına çıkarılan bu insanlar, vatanları Türkistan’ın “musaffâ, begubâr” serin havasını teneffüs ederek kendilerine verilen emri yerine getirirler. Peki, ya sonra? Sonra hepsi birden açtıkları çukurların başında diz çöktürülür. Ve ardından hepsinin ensesine birer kızıl kurşun sıkılır. Gecenin ağarmaya yüz tuttuğu sırada gözlerdeki “çolpan” parıltıları söner ve iki yıldan beri Taşkent zindanlarında, Özbeklerin ifadesiyle “it körmegen azablarnı çekgen”, yorgun, bitkin, ölmeden öldürülmüş, çürütülmüş olan bedenler birer birer vatan toprağına karışır. Ve aynı gün öğle saatlerinde toplanan âdil(!) sovyet mahkemesi, geceden beri çoktan soğumuş olan bu bedenleri idama mahkûm eder.

      Kızıl kurşunların katlettiği bu talihsizler, Türk oldukları için, ısrarla Türk olduklarını söyledikleri için, Türk milletini sevdikleri için, Türkçe duyup, Türkçe konuşup, Türkçe düşünüp, Türkçe yazıp Türklük bilimine hizmet ettikleri için, Türkistan’ın Türk yurdu olduğunu söyledikleri için, Uluğbey’in, Nevâyi’nin torunları oldukları için, hür ve müstakil bir Türkistan’ı hayal ettikleri için, Allahsızlaşmayı, ahlâksızlaşmayı, ruslaşmayı, sovyetleşmeyi, sömürülmeyi, Lenin’in peygamber, Stalin’in dâhi olduklarını kabule yanaşmadıkları için “halk düşmanı” ve “vatan haini” ilân edilerek kurşuna dizilen Türkistan ziyalılarıdır.

      Türkistan’ın ruhu ve sızlayan vicdanı olan bu talihsizler, şair, yazar, gazeteci, edebiyat tarihçisi, dil profesörü, fikir ve devlet adamı Abdurrauf Fıtrat, şair ve yazar Abdülhamid Süleyman Çolpan, Aybek, Âdil Yakuboğlu ve Cengiz Aytmatov’un üstat olarak hürmetle yâd ettikleri roman ve hikâyeci Abdullah Kâdirî, dil profesörü Gazi Âlim Yunusoğlu, edebiyat tarihçisi Atacan Hâşim ve daha kim bilir kimler!..

      Bu feci hadiseden önce, tutuklama sırasında Çolpan ve diğer bütün tutuklananların ev ve eşyaları müsadere edilmiş, eğitim çağındaki çocukları “halk düşmanı”nın evlâdı olmak suçundan dolayı okudukları okullarından atılmış, kurşuna dizildikten sonra aileleri Türkistan dışına sürgün edilmiş, tutukluların ise hapse mahkûm edilerek Sibirya’daki çalışma kamplarına gönderildikleri söylenmiş ve ailelerine hiçbir zaman idam edildiklerine dair bir bilgi verilmemiştir. Aileleri, 1960’lı yılların ortalarına kadar hep onların Sibirya kamplarından dönüşünü beklemiştir. Bundan başka bu şair ve yazarların bütün eser ve fotoğraflarına da tutuklandıkları sırada el konulmuş, kütüphanelerdeki kitapları toplatılmış, hatta aleyhinde konuşmak maksadıyla bile olsa isimlerini telâffuz etmek yasaklanmış, isimleri antoloji ve edebiyat kitaplarından çıkarılmış, âdeta hiç yaşamamış sayılmışlardır. Bu müsadere ve imha sırasında Çolpan’ın son yıllarda yazıp yayımlayamadığı şiirleri ve “Keçe ve Kündüz” adlı romanının “Kündüz” kısmı da imha edilmiştir. Nitekim 1937’den sonra hazırlanan edebiyat tarihlerinde, bu yazar ve şairler hakkında hiçbir bilgiye yer verilmemiştir.

      Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde kısmî serbestlik dönemi başlamış, buna bağlı olarak 1957 yılında, Çolpan’la birlikte

Скачать книгу