Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 41

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

kaldım. Kadı Ali Mirza bu kasabanın Şerî hizmetlerini yerine getiren bir memurdur. Yaklaşık kırk yaşlarında olan bu kıymetli şahsiyet güzel karakterli ve düzgün bir konuşması olan biridir.

      Kasabaya geldikten iki gün sonra gümrük müdürü Mirza Mahmut ile onun kâtibi Samsabun Han kaldığım yere geldiler. Hâl hatır sorduktan sonra birlikte Hâkim Saad’ül-Saltana’nın ziyaretine gittik. Yolumuzun üzerinde çok sayıda harabe yapı bulunmaktaydı. Onların aştıktan sonra hükûmet binasının yıkık kapılarından geçtik. Buraya gelmemizin akabinde yakında bulunan çadırdaki koruma görevlisinin yanına giderek hâkim ile görüşme talebimizi ülkenin kendi âdetlerine uygun bir şekilde kendisine ilettik. Saad el-Saltana burada bulunan iki katlı toprak bir bina içerisinde oturmaktaydı. Talebimizi alır almaz bizi “buyursunlar” cevabıyla içeriye davet etti. Kendisi elli yaşlarında bulunmaktaydı. Biz içeri girdiğimizde odasının köşe kısmında diz üstü oturarak nargile içmekteydi. Müftü efendi de aynı şekilde onun sağ tarafında oturmaktaydı.

      Başıyla selamımızı aldıktan sonra yerde serili kilime oturmamızı işaret ettiler. Çünkü o dönemde buralarda sandalye gibi iç döşeme eşyaların buralarda henüz yaygın bir kullanımı yoktu. Diğer yandan kendisi yalnızca Farsça konuşabiliyordu. Memuriyet olarak altında iki görevli bulunmaktaydı: Birincisi tıbyan’ülmülük olarak tanımlanan kâtip ve ikincisi ise imâdettin adı verilen evrak memurudur. Dairede bütün işler bu iki kişi tarafından yapılmaktaydı.

      Kendisinin “Hoş geldiniz, yolculuğunuz ne tarafadır?” şeklindeki sorularına cevap verdim. Ardından bana “Kırşehir nerededir?” şeklinde bir soru yöneltti. Bu soruya karşılık olarak “Ankara vilayeti dâhilinde bir sancaktır.” cevabını verdim. Azerbaycanlı olmaları hasebiyle Türkçe bilen kâtip ve evrak memuru soruyu “Ankara neresidir?” şeklinde soruları Türkçe sordular.

      Ankara sorusuna cevap olarak verdiğim “Batısında Hüdaverdigar, kuzeyinde Kastamonu, Doğusundan Sivas ve güneyinde Konya vilayetleri sınır komşularıdırlar. İstanbul’un 450 kilometre güneydoğusunda bulunmaktadır. Çevre genişliği 75 bin kilometrekare olan büyük bir merkezin adıdır.” cevabın ardından kendi aralarında “Osmanlı toprakları çok geniştir. Adını dahi bilmediğimiz vilayetleri bulunmaktadır.” şeklinde hayretli bazı cümleler kurdular.

      Her ne kadar memuriyet açısından önemli bir konumda olsalar da bu kişilerin bizdeki ortalama bir ilkokul öğrencisinin dahi bilebileceği bir coğrafi bilgiden uzak olmalarına hayran kaldım! Bir miktar daha havadan sudan muhabbetler yaptıktan sonra buradan ayrıldık.

      Osmanlı Devleti’nin burada bir fahri konsolosu bulunmaktaydı. İsmi Mahmut Han olan bu kişi ağırbaşlı, sakin ve çevresi tarafından itibar edilen bir şahsiyettir. Her ne kadar hâlimi merak ettiği için yanıma geldi ise de bu utancımdan kendisini ziyaret edemedim.

      Daha önce hiçbir yerini görme fırsatım olmayan İran’ın bu perişan kasabasını ziyaretim iki gün sürdü. Ardından bir hayvan kiralayarak Bukan yolu üzerinden üç günlük bir seyahatle Sakız’a geçtim.

      Bukan, bu iki kasaba arasında geniş bir köydür. İran Başkumandanı burada yaşamaktadır. Yine yirmi yıl önce Balıkesir ve Soma taraflarında yaptığı eşkıyalık üzerine meşhur olduğunu övünerek anlatan Acem Ahmet de burada oturmaktadır. Buradaki bazı insanlar benimle konuşmak istediklerinde Türkçe bilmedikleri için bu adamı çağırdılar. Köydeki namı Darağaoğlu Ahmet olan adı geçen bu eşkıya bize tercümanlık yaptı. Bu unvandan da anlaşıldığı gibi bu adamın babası da bir zamanlar eşkıyalık yapmış ve sonrası darağacından asılmıştır.

      SAKIZ

      Sakız, İran topraklarında bulunan Sine Vilayeti’ne bağlı önemli beldelerden biridir. Konumu, mahalleleri, evleri, sokakları ve büyüklüğü Saviç Bulak beldesi ile aynıdır. Burası da baykuşların arayıp da bulamadıkları yıkık yerlerin başında gelmektedir. Bu kadim moda memleketi ile Süleymaniye sancağı arasında geniş bir ticari ilişki bulunmaktadır. Burada da devletimizin bir fahri konsolosu mevcuttur. Osmanlı vilayetlerinden buraya ithal edilen ürünlerin başında mazı ve tütün gelmektedir. Musul’un çeşitli türdeki kumaşları da bunlar arasındadır. Osmanlı tüccarlarının buradan Osmanlı’ya getirdikleri ürünler ise Rus bezleri, çini porselen, semaver çeşitleri, şeker ve çaydır. Bu ürünler Tebriz ve Urmiye istikametinden Reşt yoluyla Zencan’a getirilip buradan İran iç pazarlarına sürülmektedirler.

      Kadı Ali Mirza tarafından Sakız Hâkimi Ahmet Han İlhani’ye ve ayrıca gümrük müdürü Mahmut Han tarafından da gümrük memuru başmutemet Mirza Hüseyin’e bana referans olacak mektuplar yazıldı. Bu sayede Sakız’a geldikten sonra Mirza Hüseyin Han’a misafir oldum. Ertesi sabah geldiğimden haber alan Hâkim Ahmet Han İlhani, kendi özel kâtibi ile selamını gönderip kahvaltıya davet ettiler. Evinde misafir olduğum Başmutemet ile birlikte davete gittik. Elimde bulunan tavsiye mektubunu kendilerine takdim ettim. Bunu okuduktan sonra Mirza Hüseyin Han’dan müsaade alarak eşyalarımı kendi evine getirtti. Böylece Sakız’da bir hafta sürene konaklama ve istirahatımı bu şahsın evinde kalarak geçirdim. Kendisi Sünni olan bu zatın soyu Hicri 655-736 yılları arasında seksen bir yıl boyunca İran’da saltanat süren Cengiz İmparatorluğu’nun bir kolu olan İlhanlılara dayanmaktadır. Saviç Bulak’ın hâkimi olan Saad’ül-Saltana ise Şii mezhebindendi.

      Sine Vilayeti sakinlerinin yüzde doksan beşi Şafi mezhebindendir. Buna rağmen Saviç Bulak’ta Şii hâkimiyeti mevcuttu. Bu durumun Sünnilere karşı güven ve sevgi beslemeyen İran Hükûmeti’nin eski bir uygulamasının neticesiymiş.

      Sakız’a geldiğim günün akşamından sabaha doğru yarım saat süren ve düzensiz bir şekilde icra edilen bir boru çalgısı çalındı. Benim için garip bir olay bu durumu o anki ev sahibim Başmutemet’e sormuştum. Bu soruma gülümseyerek karşılık vererek “Bu boruyu çalan kişiler hamamcılardır. Halka suyun ısınıp hamamın açıldığının duyurusunu yapıyorlar. Tan yerinin ağarması ile başlayan ve yarım saat süren gürültü yapma işi onların çok eski âdetlerinden biridir.” şeklinde konuyu açıklığa kavuşturdu.

      Musul’dan Sakız’a kadar uzayan şimdiye kadarki yolculuğumda fırsatım olmadığı için yıkanamamış ve neticede kirlenmiştim. Bu nedenle, güneşin doğuşuyla birlikte ben de buranın en temiz hamamı olarak işaret edilen Şeyhan Mahallesi’ndeki Kadı Ali Hamamı’na gittim. İran hamamları bizim hamamlar gibi kurnalı değildir. Bu nedenle yıkanacak yeri Şafi âdetine uygun bir şekilde herkese açık havuz içinde temizlik yapılmaktadır. Hamama her gelen bu havuza girmeleri nedeniyle kötü bir koku ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle de durgun suyun üzeri âdeta yosunlaşmıştır. Bu bölgenin dağlarının ormandan yoksun olması nedeniyle yakacak pahalıdır. Bu nedenle hamamı ısıtmak için kullanılan hayvan dışkısının ortaya çıkardığı iğrenç koku suya tesir etmektedir. Bu nedenle içeriye girdiğim anda başım dönmeye başladı ve midem bulandı.

      Havuza dalarak gusül abdesti almak için havuza girdiğimde temiz girip pis çıkmak bana mantıklı gelmedi. Bu nedenle hamamcıya ayrı bir su ısıttırıp ayrı bir köşede yıkandım. Buralardaki kasabaların çarşıları, sokakları, bina ve konakları koku ve temizlik bakımında hamamları gibidir. Bölge halkının bu şekilde yaşadıkları kötü hayat şartlarını Allah düşmanıma dahi vermesin. Atalarından miras kalan bu tahammül edilmesi imkânsız durumun ve hayatın dışında daha mutlu ve huzurlu bir hayatın bulunmadığını düşünüyorlar.

      Buradaki ziyaretim

Скачать книгу