Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 39

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

Şevketli Efendimizin merhamet kapıları zulme uğrayanlara açıktır.” şeklinde cevap verip oradan ayrıldım.

      Zulüm görenlerin haykırış ve yardım taleplerine cevap vermeyi kendisine hayat düsturu edinen doğruyu yanlıştan ayırma vasfına sahip bir padişah olan Efendimizin Allah ömrünü, sağlığını, geleceğini ve büyüklüğünü bereketlendirsin. Yaşamış olduğum bu gereksiz yıkım her şeyden haberdar olan hazreti Halifemize ulaştıktan sonra adalet tecelli etti. Padişahımızın çıkardıkları bir irade ile hakkım teslim edilmiştir. Mabeyin Başkâtibi Devletli Tahsin Paşa hazretleri Hazreti Halife’nin bu iradesini Yıldız Telgraf Merkezi Müdürü Vehbi Beyefendi hazretlerinin vasıtasıyla Bakanlığa gönderdiler.

      Bedri gibi köpeklerin çirkin düşüncelerini onaylayıp şeytani işlerine ortak olarak onlara yakınlık gösteren Bakanlık İdare Meclisi’ndeki bazı dalkavuklar “Dostlara iltifat ederek, düşmana da kin ve düşmanlığını örtüp sanki dostmuşsun gibi görünerek muamelede bulun.” cümlesini yanlış anlamış ve ona göre hareket etmişlerdir. İşte bu adamlar bırakın benim iyiliğim için bir şey yapsınlar aksine Dıraç’a giderken maaşımdan yapılan kesitinin iade edilmesini görmezlikten gelme hayâsızlığına da başvurdular. Talebimin daha sonra işleme konulacağına dair Yüce Osmanlı Hanedanı üzerine de yemin edip beni kandıran Meclis Başkanı Selahaddin Bey yalan vaatlerde bulundu. Onun bu vaatlerine kandım ve bana teklif ettiği Karesi Posta ve Telgraf Müdürlüğü görevini kabul ettim. Çünkü o zamanlar böyle bir dalkavuk cemaatinden uzak durmayı kendim için bir kazanç olarak görmüştüm.

      Mabeyin Başkâtibi Devletli Tahsin Paşa hazretlerinin “Sana burada başka bir birimde güzel bir memuriyet verelim. Telgrafçılığı artık bırak.” şeklinde buyurdukları iyiliği kabul edip bunun benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlamakta cahillik ettiğimi çok sonraları fark ettim ve pişman oldum. Karesi’ye gidip orada göreve başladıktan sonra Selahaddin Bey bana yapılan vaat ve yeminleri yerine getirmedi. Öyle ki din ve devlet düşmanı hain Bedri’ye yaranmak için benim haklarımın korunmasını emreden Padişahımızın iradesini dahi inkâr etme cesareti göstermişti.

      Merhametsiz ve şefkatsiz Bakanlık iki yıl boyunca sürekli yaptığım çığlıkları dikkate almadı. Kurumun bu küstahlığından çok ciddi üzüntü içerisinde, bunların utanmak gibi bir duyguları olmadığımı vurguladığım konuşmalar yaptım. Bunun üzerine akıl ve ahlaka aykırı harekette bulunmuşum diye bir maaş kesintisi cezası verdiklerini, bu tavrımın devamı olması durumunda da meslekten çıkarılma cezası uygulanacağını söylediler. Bunun üzerine ben de cevap mahiyetinde şu telgrafı gönderdim:

      Padişah İradesi’nin inkâr edilmesinin hayâsızlık olduğunu söylemek akla ve ahlaka ters düşmemektedir. Bu Yüce hilafet Makamı’na olan sevgi ve bağlılığın bir göstergesi ve övgüye layık bir davranıştır.

      Hiçbir dayanağı olmadan benden bir maaş kesilmesine fakir durumum müsaade etmez. Bu nedenle bugünden itibaren görevden uzaklaştırmamın yapılmasını Bakanlığın yüksek Makamı’ndan huzur içinde arz ve istirham ederim.

      Padişahın adaletine güvenerek yazdığım bu cevap sonrası bırakın görevden uzaklaştırmayı, bir maaş kesinti bile yapamadılar. Hiçbir esasa dayanmayan bu keyfî kararlarını bir ibret vesikası olarak Bakanlık merkezinde duyulmasına ve açığa çıkmasına sebep oldular. Kanuna bir şekilde uydurabilecekleri bir iftira bulup ezememeleri bu iflah olmaz adamların kibirlerini rencide etti. Öyle ki el altında bazı alçak adamları ayarlayıp onları beni öldürmeye teşvik ettiler. Diğer yandan da benim adımı kirletip yok etmeye kalkıştılar. Böylesi bir zamanda insanlıktan çıkarak gerçekten de çirkin ve münasebetsiz bir şekilde yerinme yazısı yazdım. Ola ki fırsat olur da Padişah Makamı’na arz olunur diye başka bir makama yazdığım hayıflanma dolu yazım beklentimin aksine beni zarardan daha çok zarara ve zilletten daha çok zillete düşürmüştür.

      Şu bir gerçek ki ümitsizlik içerisinde yapılan teşebbüsten şimdiye kadar kim haklı çıkmış ki ben kazanayım. Bana dokunabilecek zararını düşünmeden hayvanca bir duygu ile yaptığım bu yanlış hareket yüksek makamlarda olumsuz bir şekilde karşılık buldu. Neticede durum incelenmeyip teftiş edilemediğinden Padişah Hazretlerinin iradeleriyle Deyrizor’da ikamet etmek kaydıyla oraya sürüldüm.

      KAÇINILMAZ YOLCULUK: SÜRGÜN

      Karesi’de yirmi beş ay kıdemli ve dürüst bir şekilde memuriyet görevi yaptım. Allah’ın bir hikmeti üzerine maruz kaldığım bu musibete binaen Deyrizor’a hareket ettim. Deyrizor’da bana refakat eden zaptiye yüzbaşısı olan Osman Ağa ve Polis Hacı Mustafa Efendi ile birlikte bir araca bindirilerek önce Soma’ya gittik. Oradan trenle Manisa üzerinden İzmir’e geçtik. Vapura aktarma yaparak İzmir Limanı’ndan İskenderun’a ulaştık. Orada hiç vakit kaybetmeden, bu limanda bekletilen araca binerek Belen, Halep, Ebu Harire istikametinden Deyrizor’a gönderilmiş oldum.

      Ebu Harire hazretlerinin mübarek kabirleri Suriye çölünün bir köşesindedir. Karşısında Cennetmekân Süleyman Şah’ın türbesi ile Caber Kalesi bulunmaktadır. Fırat Nehri buradan da geçmektedir. Deyrizor, Şam Vilayetinin doğusunda Halep’in güneyinde ve Fırat Nehri’nin üzerinde bulunmaktadır. Buraya geldiğim zaman Sancak Beyliği görevini yapan mutasarrıflık makamında Şerif Paşazade Şükrü Paşa oturmaktaydı.

      Bu kadim şehre Asurlular döneminde Yetsak denirmiş. Konum olarak Irak ve Şam taraflarına gidip gelen kafilelerin yolu üzerinde bulunması sonucu hareketli bir yerdir. Halkının çoğunluğu Kürt ve Arap göçebelerden oluşmaktadır. Bu halk da seyyar bir hayat sürdükleri için yerleşik nüfusu iki binden fazla değildir.

      Önceki mutasarrıfı Zühdü Bey zamanında sokakları genişletilerek imar edilmiştir. Bu yenilenen yerlerde güzel evler bulunmaktadır. Bütün masrafları hazineden temin edilerek beyaz mermerden yapılmış olan Hamidiye Cami sayesinde bu bölge ayrı bir güzelliğe kavuşmuştur.

      Zabıtanın bana karşı tutunduğu kaba tavır ve peşimde dolaştırılan polislerin hiç de hoş olmayan hareketlerine kızıp bir gece yüzerek Fırat Nehri’ni geçip Bedevilerden sağladığım çok hızlı giden, susuzluğa çok dayanıklı hecin devesine binerek Elcezire Çölü’ne kaçtım. Kimsenin olmadığı bu korkunç çölde tren gibi hızlı yol alan bu hecin devesi beni dokuz saat içerisinde Habur suyunu geçirip Gökab Dağı yakınında çölde yaşayan Cubur kabilesine ulaştırdı.

      Bu kabilenin şeyhi eskinden beri benim dostumdur. Bir gece bu adamın çadırında konakladım. Ardından Allah’a güvenerek tekrar yola çıktım. Abdulaziz Dağı’na geldiğimde Şammar kabilesi ile karşılaştım. Bu büyük kabilenin baş şeyhi Faris Paşa’dır. Kendisiyle on iki yıllık bir tanışıklığımız ve derin bir dostluğumuz bulunmaktadır. Öyle ki beni gördüğünde çadırından fırlayıp kucakladı.

      Peşinde dolanan her yanı silah dolu çok sayıda köle ve altında bulunan diğer şeyhler ile evlatlarını da yanına çağırdı. Beni onlara “kadim dostum” diye takdim etti. Ardından bunlarla kucaklaşarak çadıra girdik. Bu zatın çadırı bir asker kışlası genişliğindedir. Çadırın en başköşesinde kendisi oturmaktadır. Burada otururken yastık yerine şişkin kısımları altın kaplı bir hörgüce dayanıyor. O esnada beni de yanına oturttu. Diğerleri de etrafa sırayla dizildiler. Hemen sonra ikram edilen kahveyi içtik. Bir saat süren sohbetten sonra bu uzunluğu kırk adım kadar olan çadırın orta yerine boydan boya meşin derisinden bir sofra kuruldu. Kazanlarla getirilen pilavlar

Скачать книгу