Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mozart: Bir Yaşam Serüveni - Heribert Rau страница 9
Küçük adamın kalbi bu kadarını kaldıramayacaktı. Genellikle çok kibar bir adam olan babasından geldiği için bilhassa ağırlaşan o sert sözler, yeteneğinden şüphe duyulması ve aynı zamanda da planladığı küçük sürprizi gerçekleştirememiş olmanın getirdiği hayal kırıklığı çocuğun yüreğini öyle derinden yaralamıştı ki acı acı ağlamaya başladı. Sonra kemanını kolunun altına sıkıca bastırıp hıçkıra hıçkıra sırtını döndü.
Fakat iyi kalpli babası sert sözleri yüzünden çoktan pişman olmuştu. Schlachtner, çocuğun en azından onunla birlikte keman çalması için izin isteyince, Orkestra Şefi Muavini nazikçe şöyle dedi:
“Haydi! İnlemeyi bırak artık! Hem öyle çıtkırıldım da olma! Bana kalırsa, Herr Schlachter’in yanında çalabilirsin ama unutma, öyle usulca çalacaksın ki kimse seni duyamayacak!”
Wolfgang, çiye vuran güneş ışığı gibi parlayan ıslak gözlerini koluyla çabucak sildi ve diğerlerinin yanındaki yerini aldı. Sonra notaları önlerine koyup ölçüyü esas alarak başladılar.
Trio mükemmel bir besteydi fakat son derece zordu. İlk başta Schlachtner kendini müziğe kaptırıp birinci sayfayı küçük Mozart’ın da ona eşlik ettiğini tamamen unutarak çaldı. Fakat kısa süre sonra çok şaşıracaktı. Ne güzel ve berrak bir sesti bu! Küçük keman, notaları nasıl da temiz şekilde çıkarıyordu! Çocuğun yüzü, kendini tamamen işine verdiğini nasıl da gösteriyordu! Schlachtner giderek daha yavaş çalıyordu ta ki hayretten donakalıp kemanı ve yayı yavaşça yanına bırakana dek.
Peki ya Baba Mozart? Şaşkınlıktan dili tutulan Schlachtner çalmayı bırakmış, babaysa ona baktığında gülsün mü ağlasın mı bilememişti. Baba Mozart yayı tuttuğu kolunu bir an dahi gevşetmeden ve notalardan gözünü ayırmadan oracıkta dikilmişti. Şefkat ve sevinçten akan gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
Wolfgang’a gelince, etrafında olup bitenleri ne görüyor ne de işitiyordu. Varlığı sadece ve sadece müzikten ibaretti. Tüm kalbi ve ruhuyla çalmaya devam ederken, yüzü coşkunlukla parlıyordu. Sonunda altı trio tamamlandı.
Baba Mozart sevinç dolu bir gururla oğlunun yanaklarına öpücükler kondururken ne büyük bir şenlik yaşanıyordu!
“Ne zaman… Ne zaman öğrendin, küçük Yıldız Işığı?” diye haykırdı.
“Sen kilisedeyken ya da ders verdiğin zamanlarda!” diye cevap verdi çocuk muzaffer bir tavırla. “Şimdi de birinci kemanı deneyeyim hemen!”
Genç maestronun bu cesaretine hep birlikte güldüler ama sırf eğlencesine denemesi için izin verdiler. Bir kez daha şaşkına dönmüşlerdi. Çünkü bazen yanlış ve tuhaf dokunuşlar yapsa da bu bölümdeki oldukça güç kısımların üstesinden gelmeyi de başarmıştı.
Bu mutlu gün yavaşça sona eriyordu. Batmakta olan güneş, kızıl ışıklarını küçük grubun üzerine yolluyor ve onların müzik dalgalarına altın renkli bir medcezirle karşılık veriyordu. Köpüklü şaraptan yanakları al al olmuş halde yeni maestronun şerefine kadehlerini kaldırırken, günün son ışıkları dostane yüzlerini yumuşatıyordu. Ötedeki çıplak dağ sanki onlara uyup daha gül yüzlü olmuştu. Bütün o sessiz ve güzel topraklar, tıpkı kutsanmışların gözü önündeki cennet gibi önlerinde uzanıyordu.
Altıncı Bölüm
Versay Sarayı’nda Bir Akşam
Kraliçe’nin Versay Sarayı’ndaki daireleri açıktı. On beş odalık birer süitten oluşan bu dairelerin her biri kraliyet ailesinden sakinlere layık bir salondu. O akşamüzeri salonlar, altın ve kristallerle bezenmiş saymakla bitmeyecek avizelerdeki yedi yüzden fazla mumdan dökülen bir ışık selinde parlıyordu. Mermer oymaların, kıymetli yaldızların, duvar kaplamaları ile tabloların, zarif saatlerin, vazolar ile heykellerin ve pahalı duvar halılarının parıltısı ve ışığı ise devasa aynaların büyülü yansımalarıyla yüzlerce defa yanıp sönüyordu.
Ne var ki Kraliçe’nin bu daireleri, Marquise de Pompadour’un oturduğu dairelere yahut XIV. Louis ve XV. Louis’nin müthiş kraliyet salonlarına kıyasla sadeydi.
O dönemde bütün dünyada Versay ile mukayese edilebilecek tek bir saray dahi yoktu. Versay’dan ilk defa 1037 senesinde bahsedilir. O dönemde burası, bir derebeyi kalesinin bulunduğu önemsiz bir köydür. 1627 yılında XIII. Louis, köyün dış cenahlarından birine bir av köşkü yaptırır. Bu köşk, daha sonraki devasa eklemelerin merkezi olarak kalır. XIV. Louis bu eklemeler aracılığıyla ve Mansard’ın planına göre Versay Sarayı’nı yaptırmıştır. Bu saray, Avrupa sanat ve siyaset tarihinin en dikkate şayan merkezlerinden biri olmuştur.
Şimdi bu muhteşem eski sarayda tuhaf bir yaşam sürüyordu. “Harikulade ama kof ihtişamı”, gerçek bir insanlık çağından ziyade bir haşhaş müptelasının hummalı rüyasını andıran bir yaşamdı bu. Korkulu sloganı ise en mühim şahsiyeti Madam Pompadour’un şu meşhur sözleriydi: Après nous le déluge!9
Cümbüş ve âlemlerle dolu bu çılgın yaşam bir uçurumun tepesinde sürüyordu. Oysa kısa süre sonra bu uçurum, XVI. Louis ile talihsiz Marie Antoinette’in ayakları dibinde genişleyecekti.
Peki ama bu eğlenceli akşamda kim böyle bir felaket olasılığını hayal edebilirdi ki? Kraliyet dairelerinde bir araya gelen saray meclisi mücevherlerinin pırıltısını, binlerce mumdan yayılarak o müthiş altın süslere akın eden ışıltıyla karıştırdığında, yüksek pencerelerden meydan okurcasına gece gölgelerine akıp giden ihtişamla gözleri kamaşmış hangi göz, o gölgelerin giderek yoğunlaşarak daha kasvetli hale geldiğini ve önlenemez bir sonla bu görkemli topluluğu sardığını fark edebilirdi ki?
Ana salonda bulunan kişilerin gruplara ayrılışı dikkat çekiciydi. Geç bir av partisinden yeni dönmüş olan Kral henüz gözükmemişti. Bütün topluluk, iki ayrı merkezin etrafında iki grup halinde toplanmıştı. Bu merkezlerden biri, Kraliçe’nin uzandığı ve onun en yakın dostlarının çevrelediği fauteuil10 idi. Ama Kraliçe ile prensesler Madam Adelaide ve Madam Victoire’ın etrafında toplanan grup nasıl da küçüktü! Kraliçe’nin kendisi ise ne kadar sade ve mütevazı gözüküyordu. Açık bir üzüntünün gölgelediği sessiz bir zarafetle sohbeti nasıl da sanat ve din konularına getiriyordu!
Salonun neredeyse öteki ucunda Marquise de Pompadour’un çevresinde toplanmış olan ikinci grup bundan çok farklıydı. Markiz de bir divana uzanmıştı ve çevresini saran şaşaalı topluluk için uygun bir merkez teşkil etmekteydi. Üstü başı mücevherlerle ışıldıyordu. Koyu siyah kadife kıyafetinin üzerinde bu mücevherler iki kat ihtişamla yanıp sönüyor ve parlıyordu. Kaşının üzerine tacı andıran bir diadem oturtulmuştu. Kral’ın hediyesiydi bu. Ön kısmı bir elmas buketinden oluşuyordu. Tam ortasında ise iki yanı daha küçük yedi gülle sarılı
9
(Fransızca) Bizden sonrası tufan! (ç.n.)
10
(Fransızca) Koltuk. (ç.n.)